Önemli bir referandumun ardından Türkiye'de siyaset de kendini yeniden kurgulamaya başladı.
Referandum gecesi yoğun psikolojik bir etki vardı. Özellikle muhalefet için ilginç gerilimlerin yaşandığı bir gece oldu.
"Hayır" oylarının yavaş yavaş yükselerek yüzde kırk sekize kadar gelmiş olması muhaliflerde heyecan ve heves yarattı.
Fakat aynı zamanda kaybetme öfkesi var.
Sonuç olarak muhalefet ciddi karmaşaların eşiğine geldi.
Cumhurbaşkanlığı seçimine iki yıldan uzun bir süre var. Ama sanki çok yakın bir sürede seçime gidiyormuşuz gibi bir izlenim de var. AK Parti cephesinde durumun daha rahat ve normal olduğunu söylemek mümkün.
Çünkü AK Parti'nin adayı zaten belli ve hala kazanma ihtimali en yüksek isim. Bilindiği gibi Türk siyaseti zaten Tayyip Erdoğan'ın etrafında şekilleniyor. Muhalifler bile ona göre pozisyon alıyor.
İşte bu yüzden önümüzdeki sürece de Tayyip Erdoğan karşıtlığı yön verecektir. Fakat muhalefet bunun yanında farklı iki duyguya daha sahip. Bir yanda referandum psikolojik olarak kazanmaya yönelik bir iyimserlik üretti. Diğer taraftan bu iyimserlik yanlış bir siyasal okumaya dayandığı için alttan alta kaybetmişlik hissiyle de besleniyor. Yani muhalefet aslında kabul etmese de referandumu kaybettiğini biliyor. Fakat aynı zamanda bu sefer kazanmaya yakın olduğu inancına da sahip.
Böyle olunca bir yandan hummalı bir çaba çıkıyor ortaya kazanmak için bir yandan da muhalefet içi hesaplaşmalar başlıyor. CHP bunun en belirgin örneği. Kemal Kılıçdaroğlu ilk günden itibaren referandum mağlubiyetini göz ardı etmeye ve konuyu değiştirmeye çalışırken, parti içi muhalefeti de göğüslemenin peşindeydi. Zira partinin içinde birçok muhalif lider adayı ve bunları destekleme ihtimali olan grup var.
Muharrem İnce mesela referandum sürecinde bile muhalif tavrını korudu ve aday olacağı fikrini işledi.
Olağan ya da olağanüstü kongre durumunda başka muhalif seslerin de yükseleceğini düşünebiliriz.
Ama ilk günden bu yana CHP'de en yüksek ses Deniz Baykal'dan geliyor. Ortalığı karıştıracak bir sürü açıklamaya imza attı. Önce Kılıçdaroğlu'na seslendi. Aday olması gerektiğini eğer Kılıçdaroğlu adaylığını koymazsa kendisinin aday olabileceğini açıkladı. Görünen o ki, Baykal son ana kadar bu siyaseti takip edecek ve elinden geleni yapacak.
Baykal'ın deneyimi ve toplumsal zemini göz önüne alındığında Kılıçdaroğlu için önümüzdeki dönemde Baykal önemli bir gündem maddesi olacak gibi.
Baykal öylesine her şeyi deniyor ki, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün adını bile zikretti. Gül'ün Erdoğan'a karşı adaylığının muhafazakar sağ seçmenden oy koparmak için iyi bir seçenek olduğunu ima etti.
Bunlar tabii ki son derece ilginç zamanlar. Baykal'ın Erdoğan'dan kurtulma planının Gül olması hayret verici. Vakti zamanında Gül'ün adaylığına karşı nasıl bir bekçilik yaptığını hepimiz hatırlıyoruz.
Ama önemli bir gelişmedir.
Baykal gibi bir siyasetçinin Gül'e bile destek verecek hale gelmesi Türk siyasi yaşamı açısından birçok şeyin artık hazmedildiğini gösteriyor. Fakat Gül bu teklifi ciddiye almadığını açıkladı. Bu beyanatlar daha devam eder mi bilinmez ama Baykal'ın en azından pes etmeyeceğini görüyoruz.
Son olarak Selin Sayek Böke'nin partideki görevlerinden istifa etmiş olması CHP içindeki kapışmanın hızlanacağını gösteriyor.
Böke'nin hem parti içinde hem de toplumsal olarak siyasal desteğinin güçlü olmadığı ortada.
Parti içinde ulusalcılar veya sosyal demokratlar gibi belli bir gruba hitap ettiğini zannetmiyorum.
O anlamda destekçisi yoktur.
Toplumsal olarak da bir gruba yaslanmıyor. Hemen akıllara Emine Ülker Tarhan geliyor.
Medyanın öncülüğünde yapılan kampanyaya ve diğer bazı siyasal figürlerin desteğine rağmen Tarhan, Türkiye genelinde 20 bin oyla kalmıştı ve toplumsal karşılığın ne olduğunu acı biçimde öğrenmişti. Eğer ısrar ederse aynı şeye Böke'nin de uğrayabileceğini düşünebiliriz. Fakat durum ne olursa olsun bir yanda kaybetmişlik öfkesi diğer tarafta kazanabilme ihtimali muhalefet partilerini karıştırmaya devam edecek.
[Takvim, 8 Mayıs 2017].