AK Parti iktidarının tarihi yazıldığında belki de öne çıkacak husus bu partinin isteyerek ya da istemeyerek de olsa Türkiye'nin bütün dinamiklerini harekete geçirmesi olacaktır. Bu hareketlenme 90'ların siyasi ve ekonomik krizlerine verilen mecburi bir cevaptı. Ancak zaman içinde Cumhuriyet döneminin bütün sorunları ile yüzleşmeye dönüştü.
AK Parti bu yüzleşmelerle halleşerek harekete geçirdiği dinamiklerin enerjisini kullanmayı, yönetmeyi bildi. Uzun süreli iktidarının sihirli formülü burada yatıyor. Bu yönetim becerisinin önemli bir dönüşüm ve fırsat alanı yarattığını biliyoruz. Bununla sadece Kürt ve Alevi açılımlarının farklı kimliklere açtığı fırsat alanlarına işaret etmiyorum. Aynı zamanda AK Parti'nin uğraşmak zorunda kaldığı muhalefeti de kastediyorum. Gezi olayları, Gülen Hareketi'nin radikalleşmesi, Kobani eylemleri ve AK Parti'nin bunlara cevabı yeni bir siyasallık zemini oluşturuyor. Bunların AK Parti iktidarının ürettiği maliyetler olduğu da öne sürülebilir.
Siyasetin diyalojik yanının yeni değişimleri ve imkânları getirdiğini düşünenlerdenim. Son dönem siyasi hayatımızdaki gettolaşma eğilimine rağmen gelecek hakkında iyimserim. AK Parti'nin Türkiye'yi dönüştürme ısrarının da buna muhalefetin de uzun vadede yeni mayalanmalara gebe olduğu kanaatindeyim.
Önündeki Kemalist barajların kalktığı siyasal- toplumsal kesimlerden birisi de kuşkusuz İslami- muhafazakâr camia. Laikçi- güvenlikçi politikaların cenderesinden kurtulan İslami hareket muazzam bir dönüşümden geçmekte. Kimilerinin iktidara ram olarak alternatifliğini kaybetmek şeklinde tanımladığı bu yeni durum daha karmaşık denklemlerde ele alınmalı.
İslami hassasiyetlere sahip kadroların iktidar pratiği dini kavramların ve söylemlerin kamusallaşma serbestisine kavuşmasını da beraberinde getirdi. Söz konusu serbestlik İslami hareketin birçok unsuruna genişleme, çoğulculuk ve görünürlükle birlikte rekabet ve muktedir olma imkânı verdi.
Bu yeni durum Kemalizmin Batılılaşma projesine karşı çıkan toplumsal grupların zaferi olduğu kadar aktör olmanın ve yüksek özgüvenin sınavı haline dönüştü.
İslami hareketin Türkiye'yi dönüştürdüğü hissinin Arap isyanlarının getirdiği yeni dini radikalleşme ve parçalanma ortamında yaşadığını hatırlatmakta fayda var.
Bu itibarla, ülkemizdeki muhafazakârİslami camia çok boyutlu çeşitlenme ve meydan okumalarla aynı anda yüzleşiyor. Muktedir olmanın artıları ve eksileri bir arada... Mağduriyet ve fedakârlık üzerinden kurulan dini hizmet ve dava söylemleri hayatın gerçekliği ile yakıcı bir şekilde karşılaşıyor.
Dini kavramların birbiriyle yarışan hatta kıyasıya çatışan aktörler elinde kullanılması yeni bir teo-politik üretiyor. Yani çıkarların dini kavramlarla meşrulaştırılması... Yeni Selefi grupların çatışmacı ve dışlayıcı İslam anlayışının ya da Gülen Hareketi'nin dini radikalleşmesinin elbette fakirleştirici etkisi mevcut. "Din ve dindarlık bu mu? Öyleyse almayayım" sorusu da buna bir örnek.
Bu yeni durumu "çölleşme" olarak nitelemek doğru bir tespit değil. Bütün dini grupların ve söylemlerin kendilerini güçlendirdikleri son dönemde rekabet etmeleri ya da çatışmaları zannedilenin aksine hayır da üretebilir.
Selefilikten Sufiliğe farklı İslam anlayışlarının kendi sınırlarını öğrenerek nemalandığı münbit bir dönemi yaşıyoruz... Baştaki diyalojiye duyduğum güveni hatırlatayım. Kemalist baskıların kalktığı bir ortamda herkes nefsiyle, dindarlığıyla ve davasıyla yüzleşiyor.
Baskı ortamının dindarlığı kolaydı. Şimdi iktidar ve imtihan, fakirlik ve zenginlik iç içe... İslami hareket kendi İslami iddialarıyla ve pratiğiyle hesaplaşacak.
Bu hesaplaşmayı başardığı ölçüde çoğulculaşacak ve topluma kendi rengini vurabilecek.
[Sabah, 12 Aralık 2014]