IŞİD'in Musul'u ele geçirmesi ve diplomatlarımızı rehin alması Türkiye'nin Ortadoğu politikasını yeniden tartışmaya açtı.
Türkiye'nin Suriye'deki radikal örgütlere müsamaha gösterdiğini ileri süren eleştiriler IŞİD'ın ilerlemesi üzerinden dış politikanın yeni bir çöküşünü daha ilan ettiler. Bu argümanın Arap Baharından itibaren bölgede yaşananlar açısından kritik edilmesi gerekir.
Arap Baharı ile bölge, sonu belirsiz bir dönüşüm sürecine girdiğinde Türkiye'nin "komşularla sıfır sorun" temelli aktif dış politikası da yeni bir evreye girdi. Gelen kaosun yönetilmesinin zorlukları ile yüzleşen Türkiye, yeni bir düzenin yaratılmasında bölgesel güçleri sorumlu tavır almaya çağırdı.
Irak'ta devlet inşası sürecinin sekteye uğraması, Suriye'nin iç savaşa savrularak devlet- dışı aktörlerin sahası haline gelmesi muhatap alınacak rasyonel aktör sorununu üretti.
İran ve Suudi Arabistan'ın mezhepçi vekalet savaşını tercih etmesiyle Türkiye'nin korktuğu kötü senaryo gerçekleşti. Devlet yapılarının çöktüğü ortamda aşırı örgütlerin inisiyatifi ele almasıyla kaos, bölgeye hâkim oldu.
Bugün bölgede yaşananları Türkiye'nin Ortadoğu politikasının başarısızlığı olarak görmek, Türkiye'ye kapasitesi üstünde bir sorumluluğu yüklemektir.
Bölge böylesi bir kritik eşikten geçerken, Irak ve Suriye'de aktif bir politika izlemek kaçınılmazdı. Zira Türkiye, aksi durumda da aynı sorunlarla yüzleşecekti. Bölgenin aktörleri ve gerçekleri ile yüzleşmek, bu kaotik ortamı yönetmek için gerekliydi. Türkiye'nin ekonomik atılımı ve çıkarları da bunu mecbur kılıyordu.
Bugün bölgede yaşananların asıl sebebi ABD'nin Irak'tan ayrılması ile oluşan boşluk ve Arap Baharı ile oluşan kaosun yönetilememesidir.
İran ve Suudi Arabistan'ın kutuplaştırıcı ve mezhepçi politikalarını benimsemeyen Türkiye üçüncü bir yol bulmaya çalıştı. Ne yazık ki bu iki ülkeyi ikna edemedi. Irak ve Suriye'de vekalet savaşları yürütmeyi milli çıkarlarına uygun gören İran ve Suudi Arabistan bölgesel işbirliğine yanaşmadılar.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun 2012 İran ziyareti öncesinde bölgede "yeni bir soğuk savaşa" müsaade etmeyelim derken kastettiği tam da buydu. Fakat Davutoğlu'nun "ortak medeniyet tasavvuruna" dayalı işbirliğini hedefleyen yapıcı girişimleri Tahran ve Riyad koridorlarında karşılık bulmadı. Şii- Selefi zıtlaşması, milislerin meydan savaşına dönüştü.
Türkiye bu tür bir tehlikeyi en başından öngörmüş ve hem bölgesel güçleri hem de ABD'yi uyarmıştı. Bu yüzden Irak'ta IŞİD'in kazanımlarının müsebbibi Maliki yönetiminin mezhepçi politikası ve ABD'nin buna müsamahasıdır.
Sünnilerin sisteme dahil edilmesinin önemine sürekli vurgu yapan Türkiye'nin niçin 2010 seçimlerinde Irakiye cephesini desteklediği ve Maliki yönetimi ile sorun yaşadığı şimdi daha iyi anlaşılmaktadır.
Obama yönetiminin bölgesel çatışmalara müdahil olmak istemeyen politikası Amerikan iç politikasının talepleri açısından anlaşılabilir. Ancak Irak'ı işgal eden bir süper gücün kurduğu yeni yapının Sünnileri dışlayan Maliki yönetiminde kalması ABD'nin kendi stratejik çıkarlarını bile gerçekleştirmede zorluk yaşadığını göstermektedir.
Obama yönetiminin Maliki'nin mezhepçi politikalarını son açıklamasında diplomatik bir şekilde eleştirmesi çok geç kalmış ve yetersiz bir tepkidir.
[Sabah, 17 Hazi