Arap Baharı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da İslamcı partilerin önünü açmış ve Ürdün kralı 2. Abdullah tarafından “İhvan Hilali” şeklinde adlandırılan yeni bir süreci beraberinde getirmişti. Hamas’ın 2006 seçimlerindeki zaferi ile başlatılan bu süreç Yasemin ve Tahrir devrimleri ile 2011’de zirveye ulaşmıştı. Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesi, Yemen’de Islah Partisi’nin kritik rolü, Libya’da İhvan’a yakın siyasetçilerin yükselen gücü bu sürecin diğer başarılı adımları olarak görülmüştü.
Suriye’deki iç savaşın da İhvan’ın bu ülkedeki kolunun iktidarıyla sonuçlanması ihtimali “İhvan Hilali” korkusunu beslemiştir. Ancak Suriye’deki halk hareketinin iç savaşa dönüşmesiyle Arap Baharı dalgası durmuştur. Yine 30 Haziran 2013’te Mısır’da Genelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi’nin Cumhurbaşkanı Mursi’ye karşı yaptığı darbe ile ters bir dalga başlatıldı. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin bölgesel statükoyu ve demokratik olmayan yönetimlerini korumak için destek verdikleri bu darbe Mısır’da eski rejim yanlılarının kontrolü tekrar ele geçirmesine sebep oldu. Böylece bölgenin demokratikleşmesinde ilham verici bir örnek olması beklenen Mısır istikrarsız bir döneme girdi. Muhammed Mursi yönetiminin devrilmesi sadece Mısır iç siyaseti açısından okunamaz. Zira İhvan tecrübesi bölgedeki siyasi yapıların orta ve uzun vadede kaderini etkileyecek bir mahiyet arz etmektedir.
Cumhurbaşkanı Mursi’nin meydan siyasetine dayanan darbeyle devrilmesi, binlerce taraftarının Rabia ve diğer meydanlarda gerçek kurşunlarla öldürülmesi ve İhvan’ın üst düzey yöneticilerinin hapse atılması bölgesel anlamda İhvan’a yakın hareketleri de zora soktu. Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi hala iktidarda ise de gücü azaltıldı. Başından itibaren uzlaşmacı bir siyaset tarzı yürüten ancak solcu-seküler muhalefet tarafından sıkıştırılan Nahda, Tunus’ta iktidardan devrilmeye çalışılıyor. Bu ülkelerdeki kardeş hareketler bir yandan Mısır’daki İhvan tecrübesi ile aralarına mesafe koymaya çalışıyorlar. Diğer yandan da Mısır’daki ana yapının başına gelen felaketi yaşamamak için uzlaşmacı siyasi yollar aramaktadırlar. “İhvan’ın düşüşü” olarak adlandırılan bu yeni süreç bölgesel düzlemde önemli sonuçlara gebe görünmektedir.
Mısır’daki darbenin benzerinin yapılmaya çalışıldığı Tunus tecrübesinin son durumuna bakmadan önce genel olarak İhvan’ın düşüşünün bölgesel anlamda neler kaybettirdiğine odaklanmak yerinde olacaktır.
İHVAN’IN DÜŞÜŞÜ-KAÇAN FIRSATLAR
Son yüzyılda Ortadoğu’daki İslami hareketler arasında ana akım konumunda olan İhvan, Şii ve Selefi hareketleri hem etkileyecek hem de dengeleyecek bir önemi haiz olmuştur.
İhvan’ın düşüşünün ilk ve en önemli kaybı Arap Baharı’nın demokrasi ve halkın iradesi söylemine getirdiği meşruiyetin örselenmesidir. Sandıktan çıkan sonucun Mısır ordusu tarafından muhalefetin meydanlara inmesi ile ortadan kaldırılması demokrasi tartışmasını yozlaştırmıştır. Ezher Şeyhinin ve Selefi Nur Partisi’nin darbeye verdiği destekle sahte bir demokrasi/devrim söylemi oluşturulmuştur. Bu da bölgede yeni otoriterlik türlerinin ortaya çıkmasına ve kendini yeniden üretebilmesine katkı sağlayacaktır.
İkinci olarak, İhvan’ın demokratik dönüşümü Körfez’deki otoriter rejimlerin halklarına katılım ve meşruiyet arasındaki yeni başarılı dengeyi gösterecekti. Böylece ikinci demokratikleşme dalgası bu ülkeleri ya reform şeklinde ya da yeni devrimler şeklinde etkisine alacaktı. Mısır’daki darbenin arkasında İhvan’ın en büyük destekçi kitlesinin olduğu Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ve Suudi Arabistan’ın olması elbette bir tesadüf değil. Şimdilik statükoyu korumayı başaran bu ülkeler bölge halklarının iradesinin engellenmesi anlamında İsrail ile aynı safta yer aldıklarını bir kere daha göstermiş oldular. İsrail’in İhvan’ın bölgesel iktidarından duyduğu korkunun Körfez ülkeleri tarafından paylaşılması ve ortak bir siyasete dönüşmesi oldukça manidardır. Arap Baharı sonrasındaki bölgedeki yeni güç dengelerini anlamak için de anahtar bir role sahiptir.
Üçüncü olarak İslamcı hareketlerin demokratik sisteme entegre edilmesinin ve böylece radikalleşmelerinin engellemesinde İhvan’ın tecrübesi kritik bir role sahiptir. Demokrasinin kasabadaki tek oyun olduğu, ancak bu tecrübenin başarısı ile Selefiler dahil geniş İslamcı tabana anlatılabilecekti. El-Kaide gibi radikal örgütlerin gençler üzerindeki çekici etkisi sınırlandırılabilecekti. İhvan’ın demokratik siyasetin dışına itilmesi ile kendi tabanını bile şiddetten koruması zor görünmektedir. Derin devlet yapılarının ve bölgede cirit atan yabancı istihbarat örgütlerinin manipülasyonları karşısında bu tepkili kitleyi şiddete bulaştırmadan tutabilmek büyük bir başarı olacaktır.
Dördüncü olarak İhvan yönetimindeki demokratik Mısır, Ortadoğu’da İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesini yumuşatacak bir özelliğe sahip olacaktı. Türkiye ile aynı dalga boyunda siyaset yapan Mursi yönetimi Mısır’ı bölgesel güç mücadelesinde anahtar bir konuma taşıyabilirdi. Filistin sorununun çözümünde hem İslamcı kitleleri ikna edebilecek hem de İsrail’i taviz vermeye itecek uluslararası bir kamuoyu oluşumuna katkı sağlayabilecek bir rolü üstlenebilirdi.
Beşinci olarak İhvan’ın ılımlı ve demokratik dini söylemi yeni Sünnilik formatıyla Şii-Vahhabi kutuplaşmasını aşacak bir mahiyete bürünebilirdi. İran ve Suudi Arabistan’ın petro dolarlar ve mezhepçilik üzerinden yürüttüğü yayılmacı dini söylem İhvan ve Ezher’in katkılarıyla oluşacak yeni bir dini söylem tarafından dengelenebilirdi. Ezher liderliğinin darbeye destek vermesi İslam dünyasının demokrasiyi benimseme sürecine de sekte vurmuştur.
Altıncı olarak İhvan’ın iktidarda dönüşerek bölgedeki “Batı karşıtlığını” “yumuşak bir Batı eleştirisine” çevirme fırsatı kaçırılmıştır. Batı’nın Cezayir’deki samimiyetsiz tavrını Mısır’da yinelediğini düşünen İslamcı hareketlerin Batı nefreti İsrail’e gösterilen kayırmacılıktan da beslenmeye devam edecektir.
İhvan’ın hem Mısır’daki hem de bölgede düşüşü ne yazık ki bütün bu fırsatların başka bir bahara ertelenmesi anlamına gelmektedir. Derin siyasi krize rağmen hala Tunus siyasetinde önemini koruyan Nahda’nın tecrübesi bölgedeki İslamcılığın dönüşümü açısından sembolik bir öneme sahiptir.
NAHDA TECRÜBESİNİN ÖNEMİ
Müslüman dünyanın önde gelen aydınlarından Raşid Gannuşi liderliğindeki Nahda, demokrasiyi bir yöntem olarak en erken tarihte benimseyen İslami hareketlerin başında gelmektedir. Gannuşi’nin 1990’larda demokrasiyi olumlayan yazıları birçok İslamcı tarafından eleştiriyle karşılanmıştı. Batı dünyasını yakından tanıyan Gannuşi Arap Baharı ile iktidara gelen İslamcı parti ve liderlere iktidarı diğer siyasi aktörlerle paylaşmayı öğütlemiştir. 23 Ekim 2011 seçimlerinde yüzde 41 oy alan Nahda bu öğüte uygun olarak uzlaşmacı ve iktidarı paylaşan bir yöntem uyguladı. 1991’de Cezayir’de İslamcıların tek başına iktidarı ele almasının dramatik sonuçlarından ders çıkaran Nahda demokrasiye geçiş sürecinde Cumhurbaşkanı adayı çıkarmadı ve iktidarı sol ve liberal bir partiyle paylaşmayı tercih etti. Böylece cumhurbaşkanlığının liberallerde, başbakanlığın Nahda’da ve meclis başkanlığının solcularda olduğu bir yapı ortaya çıkardı. Ayrıca, Anayasada şeriatın kanunların kaynağı olması gibi bir maddeyi (Selefilerin itirazına rağmen) öne sürmemesi bu yaklaşımın önemli bir örneği olmuştur.
Nahda’nın bütün uzlaşmacı çabalarına rağmen muhalefet parti liderlerinden iki tanesine yapılan suikast Tunus’taki demokrasiye geçiş sürecini derin bir krize sürüklemiştir. Mısır’daki darbenin tesiriyle meydan siyaseti ve medya baskısı yoluyla Nahda yönetimi istifaya zorlanmaktadır. Geçiş döneminin Nahda aleyhine olacak bir şekilde tamamlanmasını hedefleyen muhalefet Mısır’daki Temerrüd Hareketini taklit ederek bir tür darbe ortamı yaratmaya çalıştı. Bunun için sendikalar başta olmak üzere seküler-solcu liderliğe sahip sivil toplum örgütleri halkı meydanlara indirmeye çalışmaktadır. Tunus Genel İşçi Sendikası, Bin Ali döneminde yapmadığı kadar grev yaparak Nahda hükümetinin etkin olmadığını göstermeye çalışmaktadır. Muhammed Brahimi’nin 25 Temmuz 2013’te (ikinci suikast) öldürülmesinden sonra Nahda liderliğindeki hükümetin yıkılması için oluşturulan kamuoyu baskısı ile Kurucu Meclisten 50 milletvekilinin istifa etmesi sağlandı. Güvenliğin tesis edilememesi, başkentteki çöplerin toplanmasındaki sıkıntılar ve bütçe açığı Nahda hükümetine yöneltilen eleştiriler arasında. Özellikle Selefi grupların şiddetine müsamaha gösterildiği ve güvenliğin kalmadığı eleştirisi Nahda’yı köşeye sıkıştırmak için kullanılmaktadır.
Nahda karşıtlığında birleşen solcu, liberal ve statükocu çevreler Nahda’yı iktidarın dışında tutabilmek için başkanlık sistemini istemektedir. Nahda ise Bin Ali dönemindeki tek adamlığın otoriterliğini hatırlatarak parlamenter sistemin çoğulculuğuna vurgu yapmakta ancak yarı başkanlık sistemine de razı olmaktadır. Nahda karşıtı cephe yetkileri artırılmış bir cumhurbaşkanlığını istemektedir. Teknokrat hükümet oluşturulması ve yeni Anayasayı yazacak yeni bir komisyon kurulması diğer istekleri arasında. Kurucu Meclisin ve bu meclisten çıkan diğer kurumların istifasını isteyen muhalefet bir nevi seçim öncesi sürece dönmeye çalışmaktadır.
Kaid es-Sipsi liderliğindeki Tunus’un Sesi Partisi, Kurucu Meclisin devam etmesini diğer kurumların istifa etmesini istemektedir. Bu durumda Nahda’nın önünde zor bir karar durmaktadır. Ya Bin Ali döneminden kalma statükocu güçlerin ve solcuların desteklediği Tunus’un Sesi Partisi ile yakınlaşarak devrim ruhuna ihanet etmek. Ya da geçiş sürecini muhalefet partilerinin eline vererek kendisinin yeni sistemde zayıf bir aktöre çevrilmesini kabullenmek. Fransa’nın İslamcıları iktidarda ehlileştirme stratejisine uygun olarak Nahda ve Tunus’un Sesi partisi arasında yakınlaşmayı istediği söylenmektedir. Belki de böylece bölgedeki bütün İslamcı partiler iktidardan uzaklaştırılmamış ve uslandırılmış bir örnek ayakta tutulmuş olacaktır. Kritik soru şudur: Nahda Mısır’daki Mursi yönetiminin kaderini paylaşmamak için ne yapmaktadır ve zorlukları nedir?
NAHDA AYAKTA KALABİLİR Mİ?
Nahda geçiş sürecinde marjinal bir duruma düşürülmemek için çoklu iktidar stratejileri uygulamaktadır. Bu stratejilerden ilki ülkedeki her siyasi aktörle diyalog yürüten ve muhatap alan müzakere yöntemidir. Raşid Gannuşi iç ve dış aktörlerle görüşme yönünde pragmatizm göstermekte, değişen siyasi dengelere göre hareket ederek sürekli oyunun içinde kalmaktadır. Bu görüşmeler (Sipsi ile Paris’te yapılan görüşme gibi) bazen Nahda tabanında rahatsızlık yaratacak boyuta ulaşsa da Nahda’nın örgütlü yapısı ve Gannuşi’nin saygın yeri örgüt içindeki farklılıkların bölünmeye varmasını engellemektedir. Gannuşi’nin görüşme dinamizmini koruyabilmesi (Körfez ülkeleri ile yürüttüğü önleyici görüşmeler gibi) ve diğer aktörler arasındaki çelişkileri kullanarak uyguladığı aktif diplomasi Tunus’taki İslamcıların siyaset sahnesinden tasfiye edilmesini önlemektedir.
Nahda’nın uyguladığı ikinci strateji ise gerektiğinde geri adım atmak ancak muhalefetin çelişkilerini kullanarak toptan bir tasfiyeyi engellemek. İkinci suikasttan sonra Nahda’nın iç işleri, dış işleri ve adalet bakanlıklarını bağımsızlara devretmesi buna bir örnek olarak verilebilir.
Nahda’nın uyguladığı diğer bir strateji ise gerektiğinde halk desteğini muhalefeti dizginlemek için ortaya koymasıdır. Bunu yaparken Selefilerin de katılımını sağlayabilmektedir. Muhalefetin meydan siyasetini 350 bin kişiyi meydanlara dökerek engellemesi buna bir örnektir. Bu meydan siyasetinin solcu-statükocu güçlerin aracı olmaktan çıkması anlamına gelmiştir.
DEMOKRASİYE-SİYASETE DÖNÜŞ
Diğer bir strateji ve zorunluluk ise Nahda’nın Selefileri demokratik siyasete eklemleme gayretidir. Bu gayret iki yönlü bir işlev üstlenmektedir. Bir yanıyla Selefilerin İslamcı desteğini yanında tutmakta öbür yandan da bu grupların (özellikle gençlerin) demokrasi dışı seçeneklere savrulmasını, radikalleşmesi engellemeye çalışmaktadır. Bu politika çerçevesinde başta Islah Cephesi olmak üzere birkaç tane Selefi partisi kurulmasına izin verildi. Ayrıca, Nahda’nın tabanında Selefilerin şeriat çağrısının önemli bir karşılık bulduğu da gözden kaçmamalıdır. Gannuşi’nin pragmatik liderliği ve saygınlığı ile bu taban yönetilebilmektedir. Ancak Selefi gruplarla bağlantılı şiddetin 2012 ve 2013’te artması Nahda’nın Selefileri siyasal sürece entegre etme politikasını sorgulatmaktadır. Selefi partilerin gençliğe ulaşma ve onları parti siyaseti yapmaya ikna etmede başarılı olamadıkları ve radikalleşmeyi engelleyemedikleri iddia edilmektedir. Brahmi suikasti ile ilgili İçişleri Bakanlığınca hazırlanan raporun bazı Selefi grupları işaret etmesi ve hükümetin sert açıklamaları üzerine cihadi selefiler tarafından Cezayir sınırına yakın bölgede 8 askerin öldürülmesi, Selefi Ensar-u Şeria grubunun üst düzey yöneticilerinin El-Kaide ile bağlantılı olduğunun ortaya çıkması Selefileri siyasete dahil etmenin zorluklarını göstermektedir.
Nahda tecrübesinin ayakta kalma ihtimalini güçlendiren hususlardan birisi de Cumhurbaşkanı Marzuki’nin Tunus ordusunda yaptığı üst düzey tasfiyeler olmuştur. Ayrıca ordu ve polisin görece zayıf olması Mısır türü bir darbe ihtimalini zorlaştırmaktadır. Yine de muhalefetin polisi bu tür bir darbeye ikna etme çabaları gözden kaçırılmamalıdır. Son durumda Tunus Genel İşçi Sendikası önderliğindeki sivil toplum kuruluşları kendilerini iktidarla muhalefet arasında bir hakem konumuna getirseler de Nahda’yı ivedilikle yönetimden uzaklaştırma hedefinin bir parçası durumundalar. Nahda Hükümetinin istifasını isteyen bu gruplar basının da desteğiyle kamuoyu baskısı oluşturmaktadırlar. Nahda liderliği ise yeni Anayasa yazımı, bağımsız seçim komisyonu oluşturulması, seçim kanunun yapılması ve Yeni Hükümetin nasıl olacağı üzerinde ittifak yapılması durumunda istifa edebileceklerini söylemektedir.
Ortadoğu’da demokrasiye geçişin sembol ülkesi konumunda olan Tunus’taki siyasi krize bölgesel güçler de müdahil olmaktadır. Nahda Hükümetini devirmek isteyen grupların destekçileri arasında yer alan BAE ve Suudi Arabistan’ın demokratikleşme dalgasını geri çevirmeye çalıştıkları söylenebilir. Fransa’nın Tunus’lu solculara verdiği destek, Cezayir’in Tunus üzerindeki etkisi, istihbarat teşkilatlarının ve derin devlet birimlerinin sızdığı bazı Selefi örgütlerin terörist faaliyetleri Nahda’nın ayakta kalmasını zorlaştıran dış unsurlar olarak durmaktadır.
Nahda tecrübesinin nereye gittiği İhvan’ın yakın vadedeki kaderini sembolik anlamda da olsa etkileyecek bir mahiyet kazanmıştır. Nahda’nın istifaya zorlanması ve Mısır’daki darbeciler ile İsrail arasında varılacak muhtemel bir uzlaşma sonucu Hamas’ın Gazze’de tasfiye edilmesi İhvan’ın düşüş sürecini tamamlayacak son adımlar olacaktır. Böyle bir durumda bölgedeki güç mücadelesinin ve radikal akımların faaliyetlerinin şiddet ve baskı ile kol kola olduğu bir döneme giriyoruz demektir. Bu felaket senaryosunun alternatifi ise Nahda’nın ayakta kalması ve sembolik bir örnek olarak İhvan’ın orta vadede demokratik siyasete dönüşünü hazırlayacak bölgesel bir vasatın oluşmasına katkı sağlamasıdır.
[Star Açık Görüş, 20 Ekim 2013]