Bence AK Parti'nin en belirleyici özelliği Türkiye ile beraber geçirdiği dönüşümdür. Siyasal bir koalisyon olarak doğdu. Toplumsal bir merkez haline dönüştü. İşte en etkileyici tarafı da budur. İlk seçimde toplumun yalnızca yüzde 34'lük desteğine sahipti. Fakat çok farklı tipte siyasal aktörler tarafından destekleniyordu. Eski Türkiye'nin bürokratik vesayetine karşı olan ne kadar siyasal aktör varsa, siyaseten AK Parti'ye oy vermese de AK Parti tarafında saf tutmuştu. Liberaller, Kürtler, dindarlar, medyacılar, iş adamları, sosyal demokratlar, sivil toplum örgütleri, yayınevleri, TV kanalları, üniversite hocaları, Medya patronları, Meclis'te siyaset şansı olmayan siyasi partiler ve bu partilerin kendini önemli hisseden liderleri, cemaatler, çıkar grupları, vakıflar, dernekler ve diğerleri. Bunlar farklı toplumsal gruplar gibi görünmesine rağmen, aslında hepsi eski Türkiye ile sorunlu olan siyasal baskı gruplarıydı. Yani aslında meclis dışı siyaset yapabilen bir sürü siyasal aktör AK Parti'nin peşine takıldı. Onu yönlendirebileceğine inandı. Bu nedenle toplumsal olarak desteklemeseler de AK Parti'yi siyaseten desteklediler. Fakat bu yol arkadaşlığı AK Parti toplumsallaştıkça azalmaya başladı. Çünkü bu grupların siyasal etkisi vardı. Ama toplumsal tabanları yoktu. AK Parti'nin meclisteki gücünden faydalanarak kendi siyasal gündemlerini AK Parti'ye dayattılar. AK Parti toplumsallaşmak uğruna bu dayatmaların hepsine karşı çıktı. Ne liberallerin istediği bir parti oldu, ne cemaatlerin. Ne çıkar gruplarının beklentilerine uydu ne de medyanın. Aksine AK Parti sürekli kendini topluma yönlendirdi. AK Parti topluma doğru ilerledikçe, bu siyasal aktörler sırasıyla AK Parti'den koptu. Uzay mekiğinin yakıt depoları gibi. Teker teker ayrıldılar. Hatta birçoğu eski koalisyon ortağını devirmeye çalıştı. Darbe yapmaya kalkışanlar oldu. Fakat AK Parti toplumsallaştıkça bu siyasal aktörlerin gücü zayıfladı. İçi boşaldı. Hepsi teker teker yıkıldı. Siyasal güçlerini de yitirdi. Hatırlayın kaç farklı siyasal aktörle kavga verildi. Ordu, yargı, üniversiteler ve diğer bürokratik gruplar (bunlar resmi olarak bürokratik olmasına rağmen eski Türkiye'de siyasal aktördü) hepsi tek tek savaştılar AK Parti ile. Sonra bazı sivil toplum örgütleri, kendini liberal ve aydın zanneden Marksist ve Maocu gruplar, PKK destekli siyasal hareketler, FETÖ ve benzerleri de aynı şekilde devirmeye çalıştılar AK Parti ve Erdoğan'ı. AK Parti ise bu gruplardan kurtuldukça yükseldi. Atmosferden çıkıp topluma yani asıl mecrasına ulaştıkça tabanını genişletti. Yüzde 34 olan seçmen desteği yüzde ellilerin üzerine çıktı. Toplum kazandıkça tabansız siyaset kaybetti. Çünkü bahsi geçen siyasal aktörlerin her biri çok önemliymiş gibi görünmesine rağmen toplumsal karşılıkları yoktu. Hatta denebilir ki, topumun ana akımları bu siyasal aktörlerin çoğuyla sorunluydu. Bu siyaseten etkili aktörler toplumsal olarak tepki çekiyordu. Bu nedenle AK Parti bunlara daha az ihtiyaç hissettikçe, toplum tarafından daha da benimsendi ve Erdoğan daha da efsanevi bir konum kazandı. Şimdi ülkede AK Parti'den daha büyük bir siyasal merkez yok. Fakat AK Parti aynı zamanda bir sivil toplum örgütü gibi. Artık Erdoğan sadece bir siyasal aktör değil. Toplumun nirengi noktası. Toplum büyük oranda Erdoğan'a göre pozisyon alıyor. Ana akımı temsil eden kitleler Kürt meselesi, Suriye, sekülerizm gibi en kritik konularda bile kendi siyasi tutumunu Erdoğan'a göre belirler hale geldi. Yani Erdoğan ve AK Parti sadece siyasal alana değil, toplumsal alana da yayıldı. AK Parti bu zeminde kaldığı müddetçe de hem topluma hem de siyasete hükmetmeye devam edecektir. Dikkat ederseniz hala marjinallerin sesi sosyal medya gibi mecralarda daha çok çıkıyor. Fakat toplumun büyük ve makul çoğunluğu kenetlenmiş durumda. Saldırı altında olduğunun da farkında. Fay hatlarına ne kadar saldırı olursa olsun. İşte bu yüzden kırılmıyor. Kırılmaya da niyeti yok.
[Takvim, 9 Ocak 2017].