Müslümanları terörü lanetlemeye çağırmak ya da Müslümanların terörle aralarına yeterince mesafe koymadıklarını iddia etmek Batı'da gerçekleşen her terör saldırısı sonrası artık rutin haline gelmiş durumda. Halbuki Müslüman alimlerin, siyasetçilerin, STK'ların ve toplumların kahir ekseriyetinin DEAŞ ya da El-Kaide tarzı terör örgütlerinin İslam hukukuna aykırı bir şekilde kadın, yaşlı, çocuk ve sivilleri katletmelerini defaaten kınadıklarını sağır sultan bile duydu. Zaten DEAŞ ve El-Kaide tarzı terör örgütlerinin saldırılarına baktığımızda bu saldırılarda en fazla Müslümanların zarar gördüğü ayan beyan ortada. Irak, Suriye ve Afganistan'da yüzbinlerce müslüman bu vahşi harici terör örgütlerinin kurbanı olmuş durumda.
Diğer taraftan bu terör örgütlerinin tarihte örneği olmayacak şekilde İslam dünyasında mantar gibi bitip bu kadar güçlenmesinin arka planında ABD öncülüğündeki batılı devletlerin politikaları temel belirleyici faktör olarak ön plana çıkmaktadır. Afganistan'da Sovyetler birliğini tuzağa çekmek adına harici gruplara destek vererek El-Kaidenin doğuşuna zemin hazırlayan da ABD'dir, Irak'ı uluslararası hukuka aykırı bir şekilde haydutça işgal edip sonrasında uyguladığı politikalarla Irak'ı büyük bir kaosa sürükleyerek DEAŞ'ın doğmasına zemin hazırlayan da ABD ve İngiltere'dir.
Olayın başka bir boyutu ise özellikle Avrupa'dan binlerce militanın DEAŞ'e katılmış olmasıdır. Sömürgelerden Avrupa kıtasına gelmiş olan Müslüman göçmenlerin üçüncü, dördüncü kuşak çocuklarının Avrupa'nın ortasında bir anda radikalleşerek tarihin gördüğü en vahşi terör örgütlerinden birine katılması temelde Avrupa'nın bir meselesidir. Zira yapılan araştırmalara göre örgüte katılmak için Suriye'ye giden ya da Avrupa'da terör saldırıları gerçekleştiren bu teröristlerin radikalleşmeden çok kısa süre önce son derece seküler bir hayat tarzına sahip, genelde uyuşturucu, hırsızlık gibi suçlara bulaşmış, düşük eğitim düzeyine sahip ama özelliklede İslamiyet hakkında en temel bilgilerden yoksun, ekonomik olarak dezavantajlı kesimlerden oluştuğudur. Dolayısıyla esasında olan Avrupa'nın gettolarında yaşanan bir şiddet patlamasının kendisine Batı'nın Ortadoğu'daki politikaları sonucu ortaya çıkmış olan DEAŞ ile bir mecra bulmasından ibarettir denilebilir.
Buna rağmen her saldırı sonrası bu çağrıların özellikle İslam düşmanlığını körükleyen aşırı sağcı kesimler ama aynı zamanda ana akım siyasetçiler ve medya tarafından gündeme getirilmesi sadece bir amaca hizmet etmektedir. O amaç ise kamuoyu dikkatini Batı toplumlarında hüküm süren ırkçılık ve ayrımcılık gibi temel problemlerden ve Batının Ortadoğu'da uyguladığı politikaların sonuçlarını tartışmaktan uzaklaştırıp sürekli Müslümanların üzerinde yoğunlaştırarak Müslümanları olağan şüpheliler haline getirmek ve İslamiyet ile Müslümanları terör ile özdeşleştirmektir.
[Fikriyat, 16 Haziran 2017].