Terör saldırıları sadece Türkiye’de olmuyor. Yapılış tarzı, seçilen mekân, hedeflenenler gibi birçok açıdan neredeyse birbirinin kopyası saldırılar yaşıyor dünya. Paris Bataclan konser salonu ve Amerika Orlando gece kulübünde yapılan saldırılarla, İstanbul Reina gece kulübüne yapılan saldırı benzer.
Diğer taraftan, Almanya’da Noel kutlayan Hristiyanlara yapılan saldırı ile Müslümanların en kutsal ayında, en kutsal mekânlarından biri olan Medine’de yapılan terör saldırısı arasında mahiyet açısından fark yok.
Ancak, maalesef Türkiye’ye yönelik terör saldırıları, dünyadaki benzerlerinden birkaç açıdan önemli farklılıklar gösteriyor.
İlk farklılık, Türkiye sadece bir terör örgütünün hedefinde değil. PKK, FETÖ, DEAŞ ve daha birçok terör örgütü Türkiye’ye yönelik, ortaklaşa ve aynı dönemde saldırılar düzenliyorlar. Her bir terör örgütü başka mihrakların ve aynı zamanda birbirilerinin yerine vekalet terörü de gerçekleştiriyor. Zamanlama ve hedeflerin ortaklığına bakıldığında, farklı örgütler olmasına rağmen, terör saldırılarının ne kadar senkronize olduğu açıkça ortada. Beşiktaş saldırısı, toplumu birleştiren futbol üzerinden bir kutuplaştırma; Kayseri saldırısı, milliyetçi duyguların yoğun olduğu bir coğrafya üzerinden Kürt-Türk çatışmasını körüklemek; Reina saldırısı kimlik grupları arasındaki kırılganlıkları artırmayı amaçladı.
İkinci en önemli farklılık, Batıda gerçekleştirilen terör eylemleri ile Türkiye’de yaşanan teröre, Batılı ülkelerin farklı yaklaşımları. Batılı ülkeler, çoğu zaman Türkiye’deki terörü gerçekleştiren örgütün kim olduğuna bakıyor. Eğer PKK ve FETÖ tarafından saldırılar gerçekleştirilmişse alt düzeyden, dostlar alışverişte görsün kabilinden, bir kınama mesajı yayınlıyor. Bu örgütlerin kendi ülkelerindeki yapılarına, mali kaynaklarına ve uzantılarına karşı kılını bile kıpırdatmıyor. Hatta bu örgütlerin güçlenmesi için alan açıyor.
Eğer terör saldırısı DEAŞ ve benzer terör öğütlerinden gelirse Batılı devlet adamları biraz daha yüksek sesle ve olayın üzerinden zaman geçmeden kınama yoluna gidiyorlar. Biliyorlar ki DEAŞ terör örgütü bugün kendileri açısından tehdit, diğerleri değil.
Bu durumu en bariz şekilde bu son Reina saldırısında gördük. Örneğin ABD, saldırıların ardından “ihtiyaç hâlinde Türk yetkililere gerekli destek ve yardımın yapılması konusunda hazır olduklarını” açıkladı. Evet, Türkiye’nin terör konusunda ABD’nin desteğine ihtiyacı var: FETÖ elebaşını bir an önce Türkiye’ye iade etsin. PKK’nın diğer bileşenleri olan PYD ve YPG’ye silah yardımını ve iş birliğini sonlandırsın. Ama bu konularda, ABD’nin hep ipe un serdiğini zaten biliyoruz.
İngiliz BBC ve bazı Alman medyası Reina saldırısının hemen ardından, PKK terör örgütünün elebaşına mikrofon uzatarak, bu örgütün daha iki hafta önce yaptığı eylemleri unutturmaya yönelik açıklamalarını haberleştirdiler. Aşağılık bir haber diliyle PKK’yı aklamaya çalıştılar.
Üçüncü önemli farklılık, hem ülke içinde hem de dışarıda bazı çevreler terörün hedefine uygun hareket ediyor. Batı, kendine yönelik bir terör ihtimaline karşı, şüphe içeren her eylem ve söylemi sert bir şekilde cezalandırmasına rağmen; Türkiye’nin mücadelesini sorunsallaştırıyor. Söz konusu ülkelerde, terör karşısında tüm siyasetçiler, gazeteciler, kamuoyu oluşturucuları ortak bir tutum takınıyor.
Bir örnek aslında bu durumu net olarak açıklıyor. ABD’de yaşayan, ABD çıkarlarının sözcülüğünü yapan Türkiyeli bir gazeteci, Reina saldırısının ardından, daha geçen haftalarda İstanbul’da ve Kayseri’de onlarca kişinin hayatını kaybetmesine yol açan PKK terör örgütü ve bileşenlerine arka çıkan tweetler paylaştı. Utanmaz bir şekilde DEAŞ’la sadece seküler bir örgüt olan PYD’nin mücadele ettiğini söyleyerek, kendi terör örgütünü aklamaya çalıştı. Böylece Türkiye’nin PKK ve PYD ile mücadele etmemesi gerektiğini, söyleme küstahlığını gösterdi.
Batıda ve Türkiye’de bir terör saldırısı sonrası kimin nasıl tepki verdiğine bakıldığında, fazla bir araştırmaya gerek kalmadan, terör eylemi ile neyin amaçlandığı açıkça ortaya konabilir.
Tehdit büyük ve çok yönlü. Terör ve destekçileri ile topyekûn mücadeleye kararlılıkla, yılmadan devam...
[Türkiye, 3 Ocak 2017].