Avrupa devletleri 90'lı yılların ortalarından itibaren İslamiyeti kontrol altına almak ve dizayn etmek için adımlar atıyorlar.
Özellikle 11 Eylül terör saldırılarından sonra Fransız İslamı, Alman İslamı ve Avusturya İslamı gibi ehlileştirilmiş ve sekülerleştirilmiş bir İslamiyetin dizayn edilmesi çalışmalarına hız verildi.
Bu süreçte Müslümanları diğer Avrupalılardan ve dinlerden ayıran başörtüsü, sünnet, helal kesim gibi adetlerinden ve inançlarından vazgeçmeleri talep ediliyor.
Bu Müslümanların yaşadıkları topluma ve kültüre adapte olmak adına başlattıkları organik olan bir iç tartışma değil.
Zira önünde sonunda akidevi meseleler hariç diğer meselelerde Avrupa Müslümanlarının da kendilerine has bir kültürlerinin ortaya çıkması mümkün.
Mesela Orta Asya, Çin ve Afrika gibi coğrafyalarda cami mimarisinde ortaya çıkan farklılıklarda olduğu gibi Avrupa'da da Müslümanlar yerel öğelerden etkilenerek kendilerine has bir mimari tarzı ortaya koyabilirler.
Fakat mevcut süreçte normalde dini cemaatlerin iç işlerine ve teolojik tartışmalara taraf olmaması gereken seküler devletler çeşitli baskı mekanizmalarını kullanarak İslamiyet'i şekillendirmeye ve dizayn etmeye çalışıyorlar.
Neredeyse tüm Avrupa devletlerinde bu proje içişleri bakanlıkları eliyle yürütülüyor.
Tartışılan konular arasında radikalleşmenin engellenmesi, terörizm, paralel toplum, gettolar, kadınlara yönelik ayrımcılık gibi negatif konular var.
Devletlerin kimin katılıp katılmayacağını belirlediği bu konferanslar ve dialog mekanizmaları üzerinden İslam ve Müslümanlar temelde bir güvenlik meselesi olarak ele alınıyorlar.
Müslümanların karşılaştığı ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemleri ise Müslüman cemaatlerin ve kuruluşların ısrarlı çağrılarına rağmen bu sözde diyalog ve konferans mekanizmalarının dışında tutuluyor.
Almanya'da da 2006 yılında ilk İslam Konferansı İçişleri Bakanlığı tarafından organize edildi.
O dönemki Alman İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble "aydınlanmış ülkemizde aydın Müslümanlar istiyoruz" açıklamasıyla konferansı açtı.
Böylece iyi Müslüman-kötü Müslüman ayrımı üzerinden hedeflerinin Müslümanları aydınlatmak olduğunu açıklamış oldu.
Bu söylemin kolonyolizm devrindeki beyaz adamın dünyanın geri kalanını medenileştirme misyonu söyleminin bir devamı olduğu açık.
Bu çerçevede Alman devletinin Müslüman cemaatler üzerindeki baskıyı her geçen gün arttırdığına şahit oluyoruz.
Bu süreç içerisinde Alman İslamı projesini devreye sokmak için Müslüman cemaatlerin köken ülkeler ile bağlarını koparmaları, imamların ve Müslüman cemaatlerin yurtdışından finanse edilmesinin engellenmesi, Alman islamını üretecek "aydınlanmış imamların ve liberal teologların" üretileceği ilahiyat fakültelerinin kurulmasına kadar bir dizi adım atıldı.
Neticede bu adımlar domuz eti yemeye cevaz veren Lale Akgün gibi Alman İslamı'nın sahte perygamberlerini, Hause of One gibi Dırar mescitlerini, Seyran Ateş gibi şarlatanları, Seküler İslam İnsiyatifi gibi maskaralıkları üretti.
Bugün Avrupada Yahudilik yahut Hristiyanlığın devlet eliyle dizayn edilmesinin bırakın tartışılmasını, böyle bir adımın tahayyül edilmesinin bile zor olduğu açık.
Bundan dolayı bütün bu tiyatro temelinde apaçık bir ayrımcılık ve siyasi bir projenin üstünü örtmekten başka bir amaca hizmet etmiyor.
[Fikriyat, 30 Kasım 2018].