Halkoylamasında "evet" çıkmasının hemen ardından medyada "İslamcıların AK Parti'den tasfiyesi" tartışması başladı. "İslamcılık" her seçimden sonra yeniden parlayan ve parlatılan bir tartışma. Bugün ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kurucusu olduğu partiye dönüşü ve nasıl bir yenilenme yapacağı ile ilgili olarak gündemde. Kişileri hedef alan polemik tarafını bir yana bırakalım. AK Parti'nin kimliği, bünyesinde bulundurduğu stratejik elit gruplarıyla ilişkisi ve gelecek politikaları bağlamında ele alalım.
***
AK Parti kuruluşundan itibaren hiçbir zaman kendini "İslamcı" olarak nitelemedi. "Muhafazakâr demokrat" demeyi ve "medeniyet" kavramını kullanmayı tercih etti. Son dönemde bunlara "milli-yerli olmayı" ekledi. Ancak AK Parti, 16 yıllık siyasi hayatının her kritik aşamasında "İslamcılık" ile ilişkilendirilmekten de kaçamadı. Ve AK Parti, farklı niyetlerin ve aktörlerin gündemi olarak bir körün fili tarifi gibi etiketlendi. Aslında "İslamcılık", muhaliflerinin yüksek sesle "olumsuz" olarak, taraftarlarının kısık sesle "olumlu" olarak partiyi dışarıdan nitelemekte kullandıkları bir kavram.
***
Batı medyasının AK Parti'ye sıcak baktığı günlerde, 2002- 2013 arası, AK Parti ve Erdoğan "ılımlı İslamcı" idi. Batı ile entegre olma arzusunda ve İslam ile demokrasiyi birleştiren reformcu bir aktördü. 2009 Davos'taki "one minute" çıkışından ve Mavi Marmara Saldırısı'ndan sonra İsrail ve Gülen Hareketi (daha sonra FETÖ) Erdoğan ile ilgili "radikal İslamcı" tabirini kullanmayabaşladı. Kemalistler ve CHP için AK Parti başından itibaren Milli Görüş gibi "İslam devleti kurma" gizli ajandasına sahipti. Gezi olayları sonrası Batı medyasındaki Erdoğan'a ilişkin yaygın niteleme önce "İslamcı otoriter" oldu, daha sonra "İslamcı faşist, diktatöre" dönüştü. Taraftarları nezdinde ise AK Parti İslam dünyasının dertleri ile ilgilenen, ümmetin maslahatını gözeten bir aktör olarak İslamcıydı. Erdoğan da Türkiye'nin milli menfaatleri ile Suriye'den Somali'ye ve Arakan'a kadar mazlum Müslümanların hissiyatını birleştirebilen bir liderdi. Batı hâkimiyetindeki adaletsiz dünya düzenine eleştiri getiren bir muhalifti.
***
Erdoğan'ın siyaseti, muktedir olmayı bilen ve önemseyen bir pragmatizm ile peşinde koştuğu makro siyasi ideallerin bir sentezidir. Ne ideolojinin dar kalıplarını pratik sonuçlara tercih etmektir. Ne de şartların meydan okuması uğruna kimliği ve değerleri bir kenara bırakmaktır. Erdoğan, siyasi hayatımızın ana izlekleri olan muhafazakârlık, milliyetçilik ve İslamcılık akımlarının ortak temalarını dönemin ihtiyaç ve imkânları ölçüsünde söylemine ve eylemine taşıdı. Türkiye'nin ve Müslümanların maslahatını gözetmek de Erdoğan'ın kendine biçtiği siyasi misyonun ruhudur. Bu yaklaşımın gereği olarak Erdoğan, farklı ideolojik elit gruplarını bir koalisyon halinde etrafında tutmaya önem vermekte. Bu koalisyonun içindeki "kontrollü" iktidar mücadelelerine fırsat tanırken hiçbiri lehine diğerlerini tasfiye etmemekte. İsrail ile "gerilime" girilmesi seküler isimlerin, "normalleşmeye başlaması" İslamcıların gözden çıkarılması anlamına gelmiyor. Tıpkı Avrupa ile entegrasyon yürürken liberalleri, milliyetçileri ve İslamcıları bir koalisyon halinde tutabilmesi gibi. Bugün de ABD, AB ve Rusya gibi büyük güçlerle ilişkilerde yeni hesaplaşmalar ve müzakereler dönemindeyiz. İhtiyacımız, özcü Batı/ Avrupa karşıtlığı değil menfaatlerimizi koruyarak eleştirel entegrasyonun yolunu bulmak. Gelen yeni dünyanın jeopolitiği de AK Parti'nin elit gruplardan oluşturduğu koalisyonu genişletmeyi gerektirir. Herhangi bir tasfiyeyi değil.
[Sabah, 29 Nisan 2017].