Demokratik siyasetin ayırt edici hususiyetlerinden birinin şeffaflık olduğu konusunda hepimiz hemfikirizdir.
Şeffaflık birçok nedenle önemlidir.
Her şeyden önce, kamu adına otorite kullananların hesap verebilmesine imkan tanır.
Muhatabına, yönetim süreçlerinin adil ve etkin bir biçimde işleyip işlemediğiyle ilgili bir denetim olanağı sunar.
Şeffaflık, Türkiye’de son dönemlerde kendisine sıklıkla vurgu yapılan bir siyasal değere dönüşmüş durumda.
2000 sonrasındaki kamu yönetimi reformları, bu siyasal değeri merkeze aldı ve yönetim mekanizmaları şeffaflaştırılmaya çalışıldı.
Bu süreçte sivil toplum da, medya da, muhalefet partileri de şeffaflık vurgusu yaptı.
Şeffaflaşma ve demokratikleşme paralel süreçler olarak algılandı.
Bunun böyle olduğu kuşku götürmez.
Nitekim, AK Parti hükümetleri Türkiye’nin idari yapılanmasını kendilerinden önceki hükümetlerden kat be kat daha fazla izlenebilir ve denetlenebilir hale getirdi.
Ne var ki, bu şeffaflaşma talebi giderek bir siyasal değer olmanın ötesine geçmeye başladı.
Zira şeffaflaşma talebiyle kamu otoritesinin mahremini ifşa etme çabası iç içe geçer oldu.
* * *
Hiç kuşkusuz, modern siyaset tarihi “devlet sırrı” mekanizmasının kötüye kullanım örnekleriyle dolu. Özellikle totaliter sistemler için “devlet sırrı” mucizevi bir teknik.
Her şeyden önce devlet elitleri arasındaki iletişimi kapalı devre sürdürmeye imkan tanıyan ve yöneticileri kamuoyu denetiminden kaçmaya izin veren bir araç.
Hal böyle olsa da, “devlet sırrının kötüye kullanım pratikleri” hala “sui misal” mesabesinde değerlendiriliyor ve emsal kabul edilmiyor.
Tam da bu nedenle “devlet sırrı” bugünün bütün demokratik toplumlarında yasal ve meşru bir karşılığa sahip.
* * *
Şeffaflık, giderek kamu otoritesinin mahremini ifşa etmekle özdeş kabul edilmeye başlandı.
Yıllarca 28 Şubat’a “postmodern darbe” dedik durduk.
Oysa, 28 Şubat’ı “postmodern” olarak nitelememize imkan verecek hiçbir gerçek sosyo-politik gerçeklik zemini yoktu karşımızda.
Asker ve medya işbirliği nedeniyle o darbeye “postmodern” yakıştırmasında bulunduk.
Sadece bir “yakıştırma”ydı, o kadar.
Fakat şu anki siyasal hayatımız gerçek anlamda “postmodern” bir karakter arzediyor.
Nedenlerini izah etmeye çalışayım.
Siyasal alanda konuşlanan ve kendisini bir biçimde “muhalif” olarak nitelendiren toplum kesimleri “daha iyi bir yönetim” talebinde bulunmuyor, kelimenin tam anlamıyla anarşi talebinde bulunuyorlar. Ortaklaşılan nokta, “AK Parti hükümeti”nin devrilmesi.
Gözetleme arzusu, iktidara içkin bir şey olmaktan çıkmış ve her yanı sarmış durumda. Artık, kendisine “sivil toplum” adını veren de “siyasal parti” adını veren de “iktidarı gözetleme arzusu”yla dolup taşıyor.
Siyasal idealler parçalanmış durumda. Türkiye’de siyasal muhalefeti vareden temel felsefe giderek darmadağın oluyor. Anlatılarını kaybeden bir muhalefet var. Amacını yitirdiğini düşünen bir muhalefet.
* * *
Bugün, demokratik yollarla işbaşına gelmiş yöneticilerin illegal usullerle dinlenmelerini, özel hayatlarının ifşa edilmesini dahi meşru gören bir dengesizlik hali ile karşı karşıyayız.
Dünyanın önde gelen devletlerinin pozisyon aldığı bir kriz hakkında “hükümet elindeki belgeleri açıklasın” gibi gülünç iddilarla hergün yüzleşiyoruz.
Medya, bir terör saldırısı olduğunda “savaş gazeteciliği” reflekslerini derhal hatırlıyor ve devleti göreve çağırıyor.
Bütün bunlar bir şeffaflık vurgusu ile gündeme geliyor ya da meşrulaştırılıyor.
Oysa şeffaflık, kamu otoritesinin meşru kanallarla izlenmesi ve doğru zamanda denetlenmesi ile ilgili bir mesele.
Şeffaflık adı altında illegal ve gayrı-meşru yollarla ifşa politikası yürütenlerin siyaseti ve çözümü sabote etme gayreti içinde olduğunu görmek gerekiyor.
[Akşam, 28 Ekim 2014]