Seçim kazanmak zordur... Son 17 senedir AK Parti girdiği tüm seçimleri kazandığı için seçmen hafızasında, seçimlerin kolay kazanılacağına dair bir algı yerleşmiş olabilir.
Aslında sanılanın aksine, AK Parti döneminde yapılan tüm seçimlerde de bugünküne benzer sert bir rekabet vardı.
İddiası olan partiler bugüne kadar her seçimi kritik ve milat olarak değerlendirdiler.
2002 seçimleri kritikti.
“Muhtar bile olamaz” dedikleri Erdoğan ve partisinin seçimleri kazanmasını engellemek için eski düzen yanlıları sert bir mücadele yürüttüler. Bu çevrelerin seçim stratejisi, bugün olduğu gibi, seçimi kazanma üzerine değil, AK Parti’nin tek başına ve güçlü bir şekilde iktidara gelmesini engellemeye dönüktü.
Hiçbir strateji tutmadı. Bilakis ters tepti.
2007 seçimleri kritik bir eşik olarak görülmekteydi.
Muhalefetin en önemli motivasyonu, AK Parti’nin güçlü bir şekilde Meclis'e girmesini engelleyecek formül arayışıydı. Muhalefetin bu seçimde de iktidara gelmek gibi stratejisi yoktu. Amaç, AK Parti iktidarına karşı, güçlü bir muhalefetin oluşturulmasıydı.
Seçim öncesinde her türlü kirli senaryo devreye sokuldu. Örneğin seçim öncesinde DYP’nin adı değiştirilerek Demokrat Parti adı altında ANAP’la birleşmesi için siyaset mühendisleri çok çaba gösterdi. Kâğıt üzerinde iyi duran senaryo, milletvekilleri listelerinde ortak adayların belirlenmesi sürecinde suya düştü. ANAP seçimlere bile giremedi.
CHP ve DSP’nin birleşmesi için de yoğun baskı yapıldı. Ve DSP kendi adıyla değil 13 milletvekili ile CHP listelerinden parlamentoya girdi. CHP bu ittifakla ancak yüzde 20 oy alabildi.
AK Parti oylarını bir önceki genel seçime göre 12 puan yükseltti.
2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri ise hayati derecede önemliydi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a karşı 13 parti birleşerek “çatı aday” Ekmeleddin İhsanoğlu’nu destekleme kararı aldı.
Selahattin Demirtaş ise “Türkiyelilik” söylemi ile parlatılarak, Kürtlerden Erdoğan’a gelecek oylar engellenmeye çalışıldı.
Ayrıca, 17-25 Aralık yargı darbesi ile Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçilmesinin engellenmesi için küresel şebekeler ve yerel iş birlikçisi FETÖ özel bir çaba sarf etti.
İstedikleri, Meclis’te güçlü olan AK Parti’nin cumhurbaşkanlığı üzerinden durdurulmasıydı. Seçmene, “AK Parti zaten iktidarda, onu dengeleyecek bir cumhurbaşkanına ihtiyacımız var” diyorlardı.
Bu proje siyaseti de çalışmadı. Erdoğan ilk turda seçimleri kazandı.
7 Haziran 2015 seçimleri ise son çıkış olarak görülmekteydi.
Muhalefet, yine seçimleri kazanma üzerine değil, AK Parti’yi koalisyona zorlama üzerine kampanya yürüttü. Sadece “birlikte sallamaya” odaklanmışlardı.
Kazanmasalar da ilk defa AK Parti’nin tek başına iktidarını engellemişlerdi.
AK Parti’nin iktidardan düşürülmesi durumunda, ülkenin nasıl yönetileceği ve hükûmetin kimlerden oluşacağı ile ilgili en ufak bir hazırlıkları yoktu.
Seçmen, 5 ay muhalefeti izledi. Ülkeyi tekrar tek başına AK Parti’nin yönetmesi için 1 Kasım’da yetkilendirdi.
Şimdi sadece AK Parti döneminin değil, Türkiye demokrasi tarihi açısından milat sayılabilecek bir seçim var önümüzde.
Muhalefetin yine seçim kazanma gibi bir stratejisi yok. Ülkenin nasıl yönetileceği ile pek ilgilenmiyorlar.
Erdoğan’ın seçilmesinin engellenmesi ve AK Parti’nin iktidardan düşürülmesi onlar için yeterli.
Seçim mühendisliğinin tüm ihtimallerini teker teker deniyorlar. Her türlü senaryoyu devreye sokmak istiyorlar.
Bunun için bir araya gelmeyecek partileri tavan siyaseti üzerinden bir araya getirmeye çalıştılar. AK Parti’de geçmiş dönemde siyaset yapmış ne kadar siyasetçi varsa kapılarını çaldılar. Kendi seçmenlerinin bu konuda ne düşündüğü ile pek ilgilenmediler.
Eğer muhalefet, her seçim döneminde bu tip manevralara başvuracağı yerde, tutarlı, değer temelli, milleti ve ülkenin geleceğini gözeten bir siyaset izleseydi şimdi bu tip seçim mühendislikleri ile uğraşmazdı.
Gelinen süreçte, seçim mühendisliği üzerinden siyasetin genetiğini bozmak için her türlü hamleyi bir kez daha deniyorlar.
Ama genetiği ile oynanmış bir siyaset her şeyden önce, bunu yapanlara zarar verir. Genetiği ile oynanmış partilerin iç çekişmeleri ve hizipleşmeleri de bitmez.
50 gün sonra kimlerin tasfiye olduğunu göreceğiz. Uzak değil...
[Türkiye, 5 Mayıs 2018].