Partilerin seçim beyannameleri, 2015 seçiminde mitinglerden daha fazla ilgi çekmektedir. Özellikle muhalefet partileri, son iki genel seçimin (2007 ve 2011) aksine, beyannamelerinde ekonomik vaatleri daha çok vurgulamaktadırlar. Geçmiş seçimlerde kimlik ve ideoloji siyaseti eksenli beyannamelerle yola çıkan muhalefet partileri, kampanyalarının merkezine bu sefer ekonomiyi koydular. Bu stratejinin altında yatan iki neden bulunmaktadır. İlk neden, son birkaç yıldır küresel ekonomik büyümedeki yavaşlamanın etkilerinin Türkiye’de de görülmeye başlanmasıdır. Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerden ayrışarak Küresel Finans Krizinden ilk aşamada çok fazla etkilenmemişlerdi. Ancak, küresel ekonomideki güven ve istikrar ortamının yeniden tesis edilememesi ve Amerikan Merkez Bankasının (FED) genişlemeci para politikasına son vermesi, son iki yıldır gelişmekte olan ülkelerde de ekonomik büyümenin yavaşlamasına neden olmuştur. Beyannamelerde ekonomiye yapılan vurgunun artmasındaki ikinci neden ise, muhalefet partilerinin iktidar partisinin seçim başarılarının arkasında ekonomide yakalanan ivmenin büyük payı olduğunu idrak etmeleridir.
Seçim beyannamelerindeki ekonomi alanında özellikle "kapsayıcı büyüme" veya "kapsayıcı kalkınma"ya ayrı bir vurgu var. "Kapsayıcı" (Inclusive) kelimesi iktisat literatüründe son birkaç yıldır popüler bir biçimde kullanılmaktadır. Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı gibi uluslararası kurumlar tarafından Küresel Finans Krizi sonrası sıkça kullanmaya başlanan "kapsayıcı büyüme" veya "kapsayıcı kalkınma" kavramları, ekonomi büyürken bunun toplumda sadece belirli kesimlerin değil, yoksullar başta olmak üzere toplumdaki herkesin faydalanacağı tarzda bir ekonomik büyümeyi ifade etmektedir. Daron Acemoğlu ve James Robinson’un 2012 yılında piyasaya çıkan "Ulusların Düşüşü" adlı kitabının da bu popülerliğin kazanılmasında önemli bir rolü bulunmaktadır. Acemoğlu ve Robinson ülkeler arasındaki refah ve ekonomik büyüme farklarının altında kurumsal yapının olduğunu iddia etmektedir. Yazarlara göre kapsayıcı kurumlar (inclusive institutions) toplumdaki elitlerini gücünü kıran ve yatırım yapmayı özendiren bir ortam oluşturarak ekonomik büyümenin önünü açar.
Arap Baharı ve gelişmiş ülkelerde yaşanan sosyal ayaklanmalar "kapsayıcı" kelimesinin popülaritesini daha da arttırdı. "Kapsayıcı büyüme" ve "kapsayıcı kalkınma" kavramları, artık toplumda insanların ekonomik ve siyasi haklarının eşit bir şekilde korunduğu ve ekonomi büyürken bundan toplumun bütün kesimlerinin faydalandığı bir ekonomik modeli işaret etmektedir.
Genel seçim öncesinde siyasi partilerin tartışmanın eksenini "kapsayıcı büyüme"ye kaydırmaları daha önce yapılan kısır tartışmalarla kıyaslandığında son derece olumlu bir gelişmedir. Ancak, birçok parti konuya rasyonel bir açıdan yaklaşmak yerine 90’ların popülist mantığı ile hareket etmeyi tercih etmektedir. Muhalefet partileri; emekliye çift ikramiye, asgari ücrete yüzde 50 ve üzeri zam, çiftçiye maliyetinin altında mazot desteği ve yoksullara ücretsiz doğalgaz ve elektrik gibi uygulanması zor olan popülist vaatlerle "kapsayıcı büyüme"yi yakalayacaklarını iddia etmektedirler. Kasım 2002’den bu yana hükümet görevini yürüten AK Parti de seçim beyannamesinde bu gelişmeleri veri olarak kabul ederek bundan sonra uygulanacak politikaların daha da kapsayıcı olması için neler yapılabileceği üzerinde duruyor.
Peki, Türkiye 2002’den bu yana "kapsayıcı büyüme"de nasıl bir mesafe kat etti? Bundan sonra ekonomik büyümenin daha kapsayıcı olması için üzerinde durulması gereken alanlar nelerdir? Seçime kadar meydanlarda ve basında bu konuyla ilgili çok fazla söz edilecektir. Bu perspektifte bunlardan farklı olarak bu iki soruya veriler ve yapılan akademik çalışmalar ışığında cevap bulmaya çalışacağız.