Medyaya yansıdığı kadarıyla seçim sistemi revizyonu çerçevesinde AK Parti ile MHP arasında gerçekleşen görüşmelerin daha çok seçim barajı ve olası bir seçim çevresi değişiklileri etrafında şekillendiği anlaşılmakta. Özellikle ittifaklarla birlikte anlamını büyük oranda yitirmiş yüzde 10'luk seçim barajının daha makul bir seviyeye düşürülmesine kesin gözüyle bakılırken, ittifak içi baraj gibi bazı yeni ve alternatif düzenlemelerin de tartışıldığı görülmekte. Buna ek olarak AK Parti'nin daraltılmış bölge olarak adlandırılan ve özellikle geniş seçim çevrelerinin küçültülmesini bir öneri olarak MHP'ye sunduğu, MHP'nin ise seçim çevrelerinin ne derecede daraltılacağına yönelik müzakerelere açık olduğu fakat iki partinin de bu meseleyi olmazsa olmaz görmediği belirtilmektedir.
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda AK Parti ve MHP'nin Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin kurumsallaşması ve sağlıklı işlemesi adına ortak bir duruş sergilemeyi sürdürdüğü ve bu duruşun olası bir seçim sistemi değişikliğine de yansıyacağı anlaşılmaktadır. Ancak medyaya yansıdığı kadarıyla seçim sistemi tartışmalarında önemli bir noktanın atlandığı görülmektedir. Bu nokta ise mevcut ittifak düzenlemesinin hem seçim sistemine hem de Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin yapısına etkisidir.
İttifak Düzenlemesinin Amacı
Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin kabul edilmesine paralel olarak hayata geçirilen mevcut ittifak düzenlemesi, esas olarak yeni hükümet sistemini pekiştirmeyi amaçladı. Bu bağlamda herhangi bir cumhurbaşkanı adayının yüzde 50+1'i tek başına alması zorluğunu kolaylaştırmak, buna ek olarak seçilen cumhurbaşkanın istikrarlı ve etkin bir yönetim sergilemesi için ihtiyaç duyduğu güçlü yasama desteğini sağlamak adına ittifak düzenlemesi bir anlamda zorunluluktu. Dolayısıyla ittifak düzenlemesinin temel amacı, yeni sistemde yasama ve yürütmenin uyumlu ve etkin çalışmasını sağlamaktı.
24 Haziran seçim sonuçlarına baktığımızda ittifak düzenlemesinin bu amaca hizmet ettiği ve istenilen sonucu doğurduğu görülmektedir. Cumhur İttifakı, hem cumhurbaşkanlığını hem de yasama çoğunluğunu kazanarak özellikle yeni siyasal sistemin kurumsallaşması adına ihtiyaç duyulan niteliksel ve niceliksel yapıyı kazandı. Ancak ittifak düzenlemesinin bir yenilik olarak getirdiği vekilliklerin önce ittifaka, sonrasında ittifak içindeki partilere dağıtımı metodu, özellikle yapısal anlamda bazı sorunları da içerdiğini gösterdi. Her ne kadar 24 Haziran seçimlerinde Cumhur İttifakı'nın güçlü seçim galibiyeti, bu sorunların öne çıkmasını engellese de uzun vadede bu düzenleme, hem siyasal hayata hem de Cumhurbaşkanlığı Sistemi'ne karşı bazı potansiyel riskler barındırmaktadır.
Cumhurbaşkanlığı Sistemi İçin Potansiyel Riskler
Mevcut ittifak düzenlemesinin siyasal hayatımıza getirdiği en önemli risk, siyasi aktör enflasyonu ve bunun sonucunda Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin "Koalisyoncu Başkanlık Sistemi"ne evirilmesi ihtimalidir. Yeni sistemde yüzde 1'lik oyun dahi hem yasama hem de yürütme seçimlerinde önemli hale geldiği ve küçük partilerin ittifak çatısı altında seçim barajını aşabildikleri düşünüldüğünde, belli bir desteğe sahip her isim, kendi siyasi parti veya hareketini kurarak ve ittifaklar üzerinden pazarlık siyaseti yaparak kendisini sistem içerisinde aktör haline getirebilecektir. Bu da siyasetin oldukça parçalı bir yapıya bürünmesi ve ortak bir siyasi ideoloji, duruş, perspektif veya değer paylaşmayan partilerin pazarlık siyaseti üzerinden, tamamen taktiksel ittifaklar kurması ile sonuçlanacaktır.
Bunun bir sonraki adımı ise Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin özellikle Brezilya'daki örneğine benzer bir yapıya dönüşerek "Koalisyoncu Başkanlık Sistemi" halini almasıdır. Böylelikle küçük, marjinal veya tematik partiler parlamentoya girmekle beraber yürütmede de kendine yer bulabilecek, ittifak siyasetini bakanlıklar başta olmak üzere pazarlık siyaseti üzerinden yürüteceklerdir. Bu da Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin yürütme organını güçlü, etkin ve istikrarlı hale getirme gayesinin tam tersi istikametinde şekillenmesi riskini doğurma ihtimali bulunmaktadır.
Türkiye'de söz konusu potansiyel risklerin ilk emareleri de görülmeye başlamıştır. Bunun ilk örneği, TBMM'de temsil edilen parti sayısıdır. Geçtiğimiz yasama döneminde TBMM'de temsil edilen parti sayısı 5 iken, bu sayı şu an 13'tür ve daha da artması muhtemeldir. Buna ek olarak Ali Babacan, Ahmet Davutoğlu, Muharrem İnce, Mustafa Sarıgül, Ümit Özdağ gibi aktörler partilerinden ayrılarak kendi siyasi hareketleri başlatmışlardır. Bunun temel sebebi ise büyük partilerin mevcut ittifak yapısı altında yüzde 1'lik partilere dahi duyduğu ihtiyaçtır. Bu durum tek başına iktidara gelmeleri pek de mümkün olmayan bu isim veya hareketlerin bu avantajdan faydalanma ihtimallerini artırmış, yeni ve küçük partilerin kurulmalarını kolaylaştırmıştır.
Bu noktada Millet İttifakı ortakları CHP ve İYİ Parti, 2023 seçimlerinde muhalefet blokunu olabildiğince tek bir çatı altında toplayarak seçimlere girmeyi tartışmaktadır. Bu doğrultuda başkanlık seçiminin kazanılması durumunda ittifak çatısı altındaki tüm parti başkanlarının veya temsilcilerinin yer alacağı bir koalisyon kabinesi kurulması da hedeflenmektedir. Bu da tam anlamıyla Koalisyoncu Başkanlık anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda Cumhurbaşkanlığı Sistemi, varoluş ve kuruluş ruhunu kaybedecek, orta ve uzun vadede Türkiye siyaseti yeni yapısal sorunlar dalgasıyla mücadele etmek durumunda kalacaktır.
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda mevcut ittifak düzenlemesinin bu haliyle Cumhurbaşkanlığı Sistemi için bazı riskler taşıdığı açık ve net bir şekilde görülmektedir. İttifakların özellikle çok partili başkanlık sistemlerinde bir zorunluluk olduğu da düşünüldüğünde olası bir seçim sistemi revizyonunda esas odak, yeni bir ittifak düzenlemesi olmalıdır. Bu doğrultuda yapılacak ilk değişiklik ise milletvekili dağıtımı metodunda gerçekleştirilmelidir.
Mevcut ittifak düzenlemesinde milletvekilliklerinin seçim çevrelerinde ilk olarak ittifaklara dağıtılması, büyük partilerin küçük partilere olan ihtiyacını artırmaktadır. Özellikle "artık oy" olarak kavramsallaştırılabilecek ve milletvekili çıkarması mümkün olmayan partilerin aldıkları oylar, ittifakın artık oyları haline gelmekte ve ittifakın diğer ortağına avantaj sağlamaktadır. Böylelikle büyük partilerin küçük partilere olan ihtiyacını artmakta, aktör haline gelmek isteyen küçük partiler ise bu sayede ittifak pazarlığı yapabilir hale gelebilmektedirler. Bu da ittifakların seçim ve siyasi kazanç odaklı, taktiksel bir mahiyet kazanması ile sonuçlanmaktadır.
Dolayısıyla milletvekili hesaplama metodu olarak vekilliklerin önce ittifaklara dağıtılması yerine her partinin yalnızca kendi aldığı oy oranı üzerinden vekil dağıtılması, bu sorunları çözebilecek bir alternatif olarak ön plana çıkmaktadır. Böylelikle hem artık oy sorunu çözülecek, hem de taktiksel seçim ittifaklarının önüne geçilebilecektir. Buna ek olarak seçim ittifakları, benzer siyasi perspektif ve hedefleri paylaşan, yakın ideolojik konumlanmaya sahip partilerin kurduğu "Stratejik İttifaklar" halini alacaktır. Stratejik ittifaklar ise pazarlık siyaseti ve kısa vadeli ittifaklar yerine aynı idealleri paylaşan partilerin uzun vadeli siyasi ortaklıkları ile sonuçlanacaktır. Buna ek olarak seçim barajının yüzde 5 gibi makul bir seviyeye düşürülmesi durumunda bu değişiklik, küçük, marjinal ve tematik partilerin oy potansiyellerinin ötesinde ağırlıkları olan birer siyasi aktör haline gelmesini de engelleyecektir.
Sonuç olarak seçim sistemi tartışmalarında seçim barajı, çevresi gibi meselelerin yanında mevcut ittifak düzenlemesinin de değerlendirilmesi ve hatta olası bir revizyonda ittifakların da yeni bir düzenlemeyle değiştirilmesi gerekmektedir. Bu noktada ittifakların çok partili başkanlık sistemlerinde vazgeçilmez olduğu düşünüldüğünde, Cumhurbaşkanlığı Sistemi'nin ruhuna uygun olarak stratejik hale getirilmesi ve taktiksel ittifakların sisteme vereceği zararın önüne bu stratejik ittifak düzenlemesiyle geçilmesi gerekmektedir.
[Sabah, 7 Ağustos 2021].