Türkiye ve AB arasında pozitif bir gündem oluşturma arayışı devam ediyor. Bu arayışın 25-26 Mart tarihlerindeki AB Liderler Zirvesi ile somut politikalara dönüşmesi her iki tarafın lehinedir.
İlişkileri çok yönlü bir stratejik değerlendirmeye alma zamanıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Fransız Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Şansölyesi Merkel ile geçen hafta yaptığı görüşmeler olumluydu.
Merkel'in Avrupa'nın göç ve güvenlik meselelerinde Ankara'nın kritik yerini bilerek yapıcı hareket ettiğini biliyoruz. İlginç olan Macron'un yaklaşımındaki yumuşama.
Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Dağlık Karabağ konularında Ankara ile ters düşen Paris, şimdi Doğu Akdeniz, Yunanistan ve Kıbrıs ile ilgili görüşme ortamının oluşmasından memnun. Abdulhamid Dibeybe yönetiminde Libya'daki geçiş sürecinin başlaması da Ankara ile Paris arasındaki gerilimi azalttı. Yunanistan'a uçak ve silah satarak destek veren Fransa, bu dayanışmanın sınırını görüyor.
Doğu Akdeniz'deki gerilimin düşmesinden fırsatla Türkiye ile menfaatleri uzlaştırma gayretinde.
Mısır'ın Türkiye'nin Libya ile yaptığı deniz yetki alanları anlaşmasına uyma sinyalleri vermesi de Türkiye'nin bölgeden dışlanamayacağı gerçeğinin kabulü. İsrail'in bu perspektife yakın olduğu ve BAE'den gelen ilişkileri toparlama sinyalleri ayrıca not edilmeli.
Stoltenberg'in uyarısı çok yerinde
AB'nin önde gelen iki ülkesi Almanya ve Fransa'nın Türkiye ile çalışma fırsatını her seferinde yeniden ele almak durumunda olduğu açık.
ABD bile birçok dosyada Türkiye'nin rolünü görerek yeni bir değerlendirme çabasındayken AB başkentleri, Ankara'nın stratejik önemine gözlerini kapayamaz. Dosya başlıkları saymakla bitmez: Mülteciler, terörle mücadele, Suriye, Irak, İran, Libya, Doğu Akdeniz, Kafkaslar, Rusya ve diğerleri.
Bütün bu alanlarda Türkiye-Avrupa ilişkileri karşılıklı bağımlı durumda. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, AB'nin tek başına Avrupa'yı savunamadığını, güneydoğuda Türkiye'nin DEAŞ ile mücadele başta olmak üzere NATO savunmasında çok önemli rol oynadığını söylemekte haklı.
NATO güçlenirken Türkiye yabancılaştırılabilir mi?
Biden yönetiminin transatlantik bağları güçlendirme hedefinin ABD ve Avrupa arasındaki ilişkileri nereye taşıyacağı henüz belli değil. Çin tehdidi ve Rusya rekabeti konusunda Atlantik'in iki yakası anlaşabilecek mi göreceğiz. AB başkentleri savunma harcamalarını artırma konusunda istekli değil. NATO'nun güçlenmesi ise Türkiye'nin ittifaktaki yeri ve rolü tartışmasını yeniden canlandıracak.
ABD ve AB'nin Türkiye politikasında ortak bir noktaya gelmesi kolay değil. AB kendi içinde bile netleşemiyor.
Almanya, İtalya veya İspanya ekonomik sebeplerle, Doğu Avrupa ülkeleri yeni bir mülteci dalgası kaygısı sebebiyle Ankara ile istikrarlı ilişki arzuluyor.
NATO'ya olan yükümlülüklerini her daim yerine getiren Türkiye'nin Batı ittifakı içinde etkili bir yerde olması büyük güç rekabetinde yeni imkânlar sunacaktır. Batı başkentlerinde bazen stratejik rasyonalitesi zayıf argümanlar üretilmekte. Batı ittifakının sınırının Yunanistan'dan geçtiğini söyleyerek Ankara'yı dışlama ya da baskılama yolunu önerenler var. Hatta ABD'nin Dedeağaç'a yaptığı askeri yığınağı ABD Türkiye askeri ilişkilerini ikincil konuma düşüren bir hamle olarak okuyanlar mevcut.
Bu yaklaşımın Washington'un menfaatine olmadığı görüşündeyim. Daha önemlisi ise Batı ittifakının sınırlarını Yunanistan'dan geçirmenin en çok Avrupa'nın aleyhine olacağını düşünüyorum. Yunanistan sadece tampon bölgeye dönmekle kalmaz. Avrupa'ya yönelen hiçbir dalgayı ister mülteci ister terör olsun tutamaz. Büyük güç rekabetinin oluşturduğu jeopolitik fay hatlarında Türkiye'nin performansını gösteremez.
[Sabah, 9 Mart 2021].