Mustafa Özel, 1993'te yayınladığı kitabına Amerikan Yüzyılının Sonu adını vermiş ve eklemişti: "Amerika'nın değil, Amerikan yüzyılının sonu". Soğuk Savaş sonrası dönemin doğum sancılarını tasvir eden bu ifade, geçerliliğini hâlâ koruyor. Birinci Körfez Savaşı, ayakta kalan tek süper güç Amerika'nın tek kutuplu dünyada verdiği ilk büyük imtihandı. Bu savaştan yara almadan çıkan Amerikan siyasi gücü, iki binli yılların başlarından itibaren inişe geçti. Irak Çalışma Grubu'nun yayınladığı Baker-Hamilton Raporu, bu inişin Ortadoğu'daki yansımalarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Rapora göre Bush yönetiminin Irak politikası iflas etmiş durumda. Dördüncü yılına giren işgalin faturası, kimsenin hesap etmediği boyutlarda. Rapor, Bush yönetiminin şu ana kadarki Ortadoğu politikalarında kökten bir revizyona gidilmesini de öneriyor: Filistin barış süreci canlandırılmalı, Suriye ve İran'la ilişkiye geçilmeli ve Irak'taki Amerikan ordusunun geri çekilmesi için bir takvim belirlenmeli. Irak'taki çıkmaz, Bush yönetiminin Ortadoğu politikasının da iflas ettiğini gösteriyor.
Süper gücün meşruiyet sorunu
Amerika'nın önde gelen düşünce kuruluşlarından Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haas, Konsey'in yayın organı Foreign Affairs dergisinin Kasım-Aralık 2006 sayısında yayınladığı "Yeni Ortadoğu" başlıklı yazısında bu süreci söyle özetliyor: "Amerika'nın Ortadoğu'daki sultası sona ermiş ve bölgenin modern tarihinde yeni bir dönem başlamıştır". Haas'a göre bu yeni dönemin belirleyici unsurları, bölgeye dışarıdan yapılan müdahalelerin giderek işlevsiz hale gelmesi ve ulusal ve bölgesel aktörlerin güç kazanmasıdır. Bu yeni güç unsurları hem demokratikleşmeyi desteklemekte, hem de dış güçlerin bölge üzerindeki nüfuzuna karşı çıkmaktadır. Bu dış güçlerin başında ABD'nin geldiği bir sır değil. Amerikalı siyaset yapıcıları evrensel değerler için mücadele ettiklerine gerçekten ve samimi bir şekilde inandıkları için Amerikan politikalarına karşı çıkan herkesin aynı zamanda evrensel değerlere karşı çıktığını düşünüyor. Bu inanç dilinin izlerini Bush ve benzeri politikacıların "Şer ekseni", "medeni dünya", "Tanrının bahsettiği özgürlükler" gibi ifadelerde bulabiliyoruz. Bush 31 Ağustos 2002'de şöyle diyordu: "Milletimiz, tarihin gelmiş geçmiş en büyük iyilik gücüdür". Bu evrensel değerler ve "iyilik gücü" inancı, aynı zamanda hegemonik bir güç olan Amerika'nın ben-tasavvurunu da belirliyor. Neokonların formüle ettiği şekliyle Amerikan gücü, dünyanın polisi olmak istediği için değil, evrensel insanî değerlere hizmet etmekle yükümlü olduğu için sınırsız bir etki alanına sahip olmalı. Bu yüzden Tanrısal misyona sahip olduğuna inanan bir gücün meşruiyetini kendinden menkul görmesine şaşırmamak gerekiyor. Dahası, bu inanca sahip olanlar, bütün demokratik ülkelerin ABD politikalarıyla uyum içerisinde hareket edeceğini bekliyorlar. Bush yönetiminin Ortadoğu'daki demokratikleşme ve reform sürecine yüklediği anlam bu. Oysa demokratik güç paylaşımı, denge unsuru üzerine kurulu olmalıdır. Aynı anda hem Ortadoğu'nun demokratikleşmesi hem de Amerikan gücünün bütün cesametini muhafaza etmesi mümkün değil.Evrensel değerleri bizatihi doğru olduğu için ve "diğergam" (altruistic) saiklerle savunan Amerikalı kanaat önderleri, Ortadoğu toplumlarının da demokrasi gibi bir erdemli toplum modelini hak ettiğini söylüyor. Fakat bu söylemin na