SETA > Yorum |

Medeniyetler Savaşı mı, İttifakı mı?

Türkiye bu sorunun cevabını çoktan verdi. Medeniyetler çatışması tezinin borazanlığını yapanlara, medeniyetler ittifakının mümkün ve gerekli olduğunu gösterdi. Başbakanlar Recep Erdoğan ve Luis Rodriguez Zapatero liderliğine Türkiye ve İspanya ile ele ele verip “Medeniyetler İttifakı” projesini başlattı.

Türkiye bu sorunun cevabını çoktan verdi. Medeniyetler çatışması tezinin borazanlığını yapanlara, medeniyetler ittifakının mümkün ve gerekli olduğunu gösterdi. Başbakanlar Recep Erdoğan ve Luis Rodriguez Zapatero liderliğine Türkiye ve İspanya ile ele ele verip “Medeniyetler İttifakı” projesini başlattı.

Birleşmiş Milletler himayesinde 2006 yılında başlayan ve 2007 yılının son aylarında İstanbul'da yapılan büyük bir toplantı ile nihai raporu kamuoyuna sunulan proje çatışma, savaş ve gerilimlerin hüküm sürdüğü dünyamıza yeni umutlar sunuyor ve yeni çıkış yolları gösteriyor.

Medeniyetler İttifakı projesinin Akil Adamlar Eşbaşkanlığı'nı Türkiye'den Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın'ın yürütmesi projeye ayrı bir derinlik kattı. Çünkü Prof. Dr. Mehmet Aydın siyaset adamı olmanın ötesinden çok iyi bir düşünür ve çok saygın bir bilim adamı.

Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington'un soğuk savaşın bitmesinden hemen sonra yani Sovyetler Birliği'nin dağılması ve komünist bloğun çökmesinin ardından yazdığı “ clash of civilizations” (Medeniyetler Çatışması) makalesi büyük yankı yapmıştı.

Samuel Huntington, daha sonra genişletip bir kitaba dönüştürdüğü yazısında özetle şöyle diyordu: “Dünyadaki zıtlaşmalar, sürtüşmeler ve kavgalar artık dinlerin temsil ettiği medeniyetler arasında olacaktır. Bu bağlamda en çok ön plana çıkan medeniyet İslam medeniyetidir. İslam medeniyeti Konfüçyüs (Çin) medeniyeti ile el ele verip Batı medeniyetine savaş açacaktır.”

Aslında Huntington bunları söyleyerek ABD ve Batı'ya yeni bir düşmanı işaret edi-yordu, Daha doğrusu yeni bir “öteki” ve yeni bir “düşman” inşa ediyordu. Ne de olsa artık kızıl düşman yani komünizm çökmüştü ve ABD ve Batı bloğunun dayanışması ve zinde kalması için mücadele edebilecekleri yeni bir düşmana ihtiyaç vardı. Huntington bu düşmanı çoktan bulmuştu: İslam medeniyeti.

Huntington bu görüşlerini iler sürdükten bir süre sonra 11 Eylül olayları patlak verdi. Bazı yorumcular ve gözlemciler “işte savaş başladı, Müslüman militanlar Batı'yı hedef aldı” tarzında yorumlar yapmaya ve Huntington'u haklı çıkarmaya başladılar. Halbuki manzara çok farklıydı. Ülkesi işgale uğrayanlar, topraklarından sürülenler, şehirleri altüst edilen, yakılan, yıkılan, kadınları tecavüze, erkekleri işkenceye uğrayan Batılı ülkeler değildir.

11 EYLÜL METAFORU

Bütün bu saydığımız olaylar İslam ülkelerinde oluyor ve işgalci güçler de Batılı ülkeler. Durum böyle iken hangi vicdanla İslam uygarlığının Batı uygarlığına savaş açtığını söyleyebiliriz. İslam uygarlığının güçlü bir siyasi, ekonomik ve askeri temsilcisi var mı? Çok açık söyleyelim ki böyle bir temsilci güç veya odak yok. Ama Batı medeniyetinin var. İşte ABD ve işte AB. Şimdi bütün bunları görmezden gelip İslam medeniyetini hedef tahtasına koymak bütün dünya kamuoyunu yanıltmaktan başka ne olabilir?

Bu tartışmalar sürerken Türkiye ve İspanya cesur bir adım atarak “Medeniyetler İttifakı” projesini başlattı. 13-16 Ocak 2008 tarihlerinde de Medeniyetler İttifakı Madrid Forumu toplantısı yapıldı. Türkiye'den Başbakan Erdoğan, beraberindeki heyetle destek vermek üzere İspanya'daki toplantıya katılarak ülkemizin dünya barışına katkıya hazır olduğunu bir kez daha gösterdi.

Madrid Forumu'na ilişkin yüksek temsilci Jorge Sampaio dinler, kültüler ve uygarlıklar arası iletişim ve diyalogun ne kadar gerekli olduğunu bakın nasıl anlatıyor: “Derin dengesizliklere sahne olan dünyamızda ciddi şekilde bozulma emareleri gösteren sadece gezegenimiz değil, aynı zamanda insanlığın ta kendisi. Ancak, çabalarımızı birleştirirsek, insanoğlu arasındaki diyaloğu geliştirebilir, kültürel çeşitliliği dünya çapında toplumların gerçek

ve sürdürülebilir kalkınmasına katkı sağlayacak bir fırsata dönüştürebiliriz... Medeniyetlerin, kültürlerin ve dinlerin karmaşık ve çaba gerektiren diyaloğu sadece mümkün değil, aynı zamanda gereklidir.”

Türkiye'nin İspanya ile birlikte öncülük ettiği bu proje yetmiş ülkeden yüzlerce üst düzey yetkiliyi bir araya getirmeyi başardı. Çatışmaların gölgesinde kalan dünyamızda Türkiye aydınlık bir sayfa açmaya çalışıyor. Bunu yaparken de tarihi ve ideolojik önyargılardan kurtulmanın güzel bir örneğini sergiliyor. Genel olarak Doğu-Batı, özel olarak İslam-Hıristiyanlık buluşmasında, Türkiye, üzerine oturduğu tarihi mirasın sorumluluğunu taşıdığını bütün dünyaya göstermiş oldu. Ama iş bununla bitmiyor, hem Türkiye'nin içinde yer aldığı bölge hem de AB ve ABD ile kurduğu ittifaklar yeni küresel projelere öncülük etmesini de gerektiriyor. Türkiye'nin bunu yapabilecek siyasi vizyonu, toplumsal kendine güveni var. Yeter ki artık bir kısır döngüye dönüşen iç politika tartışmaları Türkiye'nin enerjisini boş yere tüketmesin.

Yeni Şafak- 20.01.2008