SETA > Haber |
Türkiye'de Savunma Sivil Alana Açık Değil

“Türkiye'de Savunma, Sivil Alana Açık Değil”

Savunma uzmanı Merve Seren’e göre, Türkiye’de savunma sivil alana kapalı, “çorbada bizim de tuzumuz olsun’ dediğinizde, işin rengi değişiyor.”

Türkiye hem sınırları içinde hem de sınırları dışından gelen tehditlerle uğraşıyor. Güvenlik güçleri, bir yandan Suriye’den atılan roketlere, diğer yandan da kent merkezlerinde PKK’lıların tuzakladıkları el yapımı patlayıcılara (EYP) karşı hazırlıklı olmak zorunda. Bu tablo Türkiye’nin iç ve dış savunmasında ne kadar hazırlıklı olduğunu, kapasitesinin artırılmaya ihtiyacı olup olmadığını akla getiriyor. SETA Güvenlik Araştırmaları Uzmanı Merve Seren ile Türkiye’nin askeri imkân ve kabiliyetlerini konuştuk.

Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin askeri gücü nedir?

Öncelikle bir ülkenin askeri imkân ve kabiliyetlerinde belirleyici rol oynayan birçok faktör söz konusu. Ordu mevcudu bunlardan sadece biri. Bu mevcudun kuvvetler arasındaki dağılımı, mesleki uzmanlık, profesyonellik seviyesi gibi kendi içinde farklı bileşenleri de var. Dolayısıyla Türkiye’nin askeri gücü, TSK’nın barındırdığı sivil ve askeri personel mevcudundan ibaret değil. Envanterinde bulunan askeri teçhizat ve sistemlerinden tutun, teknoloji üretme kapasitesine, modernizasyon programlarına, yetişmiş insan kaynağına dek çok geniş bir yelpazeyi ihtiva eder.

Ayrıca askeri imkân ve kabiliyetlerini tahlil ederken ve diğer ülkelerle kıyaslarken, bütün kuvvet unsurları hesaba katılmalı. Askeri yetenekleriniz, konvansiyonel ve asimetrik tehditlerle mücadelede yeterli mi? Öngörülen riskler karşısında ihtiyaçlarınızı ne kadar karşılayabiliyorsunuz? Sadece kara, deniz ve havada değil; uzay ve siber uzay alandaki yetenekleriniz neler?

Artık uzay, siber saldırılar da savunma açısından ciddiye alınması gereken alanlar, değil mi?

Tabii... En basitinden bugün silah teknolojilerinde gelişmiş elektronik sistemler kullanılıyor, bu da her geçen gün sizi biraz daha uzay sistemlerine bağımlı kılıyor. Hava-uzay ve siber-uzay alanında kat ettiğiniz mesafe, aynı zamanda taktik ve operasyonel seviyede icra ettiğiniz harekâtların başarısında da kritik ve belirleyici bir rol üstleniyor. Daha spesifik olarak, savaşı dönüştüren teknolojilere bakalım; nükleer silahlar, uzay silahları, lazer silahları, balistik füzeler, görünmezlik-gizlenebilirlik imkanı sağlayan hayalet uçaklar, İHA’lar… Mesela nükleer silah ve balistik füze programları geliştirirken, iletişim sistemlerinizi ve savunma ağınızı tamamen felce uğratacak bir siber saldırıya maruz kalabilirsiniz.

Siber tehditlerle nasıl mücadele edilebilir?

Artık geleneksel muharebe alanına çıkmadan, bankalarınızdan enerji hatlarınıza ve hava savunma radarlarınıza kadar, tüm kritik sistemlerinizi siber-uzayda, ışık hızında kolayca tahrip veya imha edebilecek siber silahlardan bahsediyoruz. Ancak savaşın mekânını, zamanını ve aktörlerini dönüşüme uğratan tüm bu teknolojik gelişmeler; ‘kara’ ya da ‘deniz’ üstünlüğüne verilen değerin azalması anlamına da gelmiyor. Burada kast ettiğim, ‘entegre güç’ yani sadece tek bir şeye öncelik vermemek gerekiyor. Bir alandaki üstünlüğe fazla yoğunlaşıp, diğerlerini ihmal ederseniz; güvenlik ortamınız değiştiğinde, acil tedarik edemediğiniz ihtiyaçlarınız nedeniyle zafiyet sergileyebilirsiniz. Kara, deniz ve hava gücündeki etkinlik de artık entegre sistemleri gerektiriyor.

Peki bu gereklilikler yerine getiriliyor mu?

Savunma ve caydırıcılık açısından ‘neyi’ satın alalım ya da geliştirelim dediğinizde; önce ‘neye ihtiyaç duyuyorum’ sorusuna doğru cevap verilebilmeli. Sadece mevcut güvenlik ortamınıza, karşılaştığınız reel tehditlere değil; savunma endüstrisindeki trendlere, teknolojik yeniliklere ve bir o kadar da devlet dışı aktörlerin silahlanma eğilimlerine bakmanız da kaçınılmaz. Tehdit ve risk haritasını çıkartmak, ihtiyaçları ve öncelikleri doğru belirlemek, sonra da kaynakları etkin kullanmak açısından savunma planlaması ve harcamalar için de çok önemli...

“SAVUNMAYA EN ÇOK KAYNAK, EN BÜYÜK ASKERİ GÜÇ DEMEK DEĞİL”

Doğru planlama, pek çok hayati konuyu da etkiliyor aslında...

Örneğin Yunanistan Avrupa’daki en büyük tank filosuna sahip. Bin 350 civarında ağır sınıf savaş tankı var. Peki Yunanistan’ın bu kadar geniş bir tank filosuna ihtiyacı var mıydı? Bu tankların idamesi ve modernizasyonu için bütçeden büyük rakamlar ayrılıyor. Gelinen aşamada,  Atina’daki bütçe açığı ortada. Askeri imkân ve yeteneklerini geliştirmek için ayrılan kaynaklar, eğitim ve sağlık gibi genel kamu harcamaları içerisindeki dağılıma bakıldığında makul olmalıdır.

Bir ülke, “askeri/savunma harcamalarına ne kadar çok kaynak aktarıyorsa, o kadar büyük bir askeri güce sahip olacaktır” diye bir şey yok. Dünyanın en büyük savunma bütçesine, ordusuna ya da en gelişmiş silah sistemlerine sahip olmak, ulusal ya da uluslararası çıkarları korumada ya da tehditlerle mücadelede tek başına yeterli olmayabilir, her zaman sonuç alıcı da olamayabilir.

Dünyada savunmaya çok büyük paralar harcanması anlayışı değişiyor mu?

Evet. Mesela Suudi Arabistan’a bakın. Dünyada en fazla askeri harcama yapan ilk 15 ülke arasında, 2013’te 7’nci, 2014’te 4’üncü ve 2015’te ABD ve Çin’in ardından 3’üncü sıradaydı. Ayrıca 2014’te dünyanın en büyük silah ithalatçısıydı. 2013’te ikinciyken, ithalatta %54 artışla listede birinci olmuş.

Suudi Arabistan’da ABD’nin 40 bin paralı askeri mevcut, yetişmiş insan kaynağı açısından da sıkıntı var. Zamanında parası olduğu için sürekli yurtdışından hazır alıma gitti; yerli savunma sanayiini göz ardı etti. Ancak şartlar değişti.  Dünya Bankası, 2015’te Suudi Arabistan tedbir almazsa 5 yıl içerisinde iflas bayrağını çeker demişti, şimdi bu sureyi 2017’ye çekti. Ayrıca 11 Eylül saldırılarında rolü bulunduğuna dair ABD Kongresi’ne gelen bir yasa tasarısı var. Yasa onaylanmasa bile tasarının gündeme gelmesinden sonra Washington-Riyad ilişkisinin eski bahar havasına bürünmesi zor. Malum Riyad da, 750 milyar dolarlık tehdidini masaya koydu.

İşte hem mali durum hem de ABD’yle ilişkiler bozulunca, Prens Salman ekonomide ve savunmada artık farklı bir planlamaya doğru gidiyor.  Petrol şirketi Aramco’nun %5’inin halka arz ederek buradan gelecek kaynakla bizdeki Makine Kimya Endüstrisi (MKE) gibi kendilerine ait yerli savunma sanayii kurmayı planlıyorlar. Önümüzdeki süreçte Suudi Arabistan’ın daha farklı bir çehreye bürünmesi kaçınılmaz gözüküyor.

Kendi savunma sanayiini kurmak şart...

Şöyle... Savunma sanayiinde kendinize ait bir yetenek kazanmadıysanız, günü geldiğinde zor duruma düşüyorsunuz. Her ihtiyacınızı yurtiçinde, tasarımından üretimine kadar her şeyiyle size özgü olarak üretmek zorunda değilsiniz, %100 ‘yerli’ ve ‘milli’ olacak diye bir kaide yok. ABD bile böyle yapmıyor; maliyeti vs. gözettiği zaman gidiyor yurtdışından teçhizat ve malzeme alıyor. Ama aradaki fark şu, tedarik ettiği şeyi geliştirmesini biliyor, o yeteneğe haiz, istediğinde ya da aciliyet olduğunda kalkar kendisi üretir.

Türkiye de yıllardır kendi füze savunma sistemini kuramadı. Bunun için geç kalmadı mı?

Bir tek füze savunma sisteminde değil, Türkiye birçok şeyde geç kaldı. Aslında Çin ile ortak üretim konusunda asgari müşterekte buluşulmuştu. Fakat Türkiye ihaleye çıktıktan sonraki süreçte ASELSAN ve ROKETSAN'ın bu kadar hızlı ilerleme kaydedebileceğini düşünemedi. Kısa süre içinde HİSAR füzelerinin gerçekleştirilmesi eşiği yukarıya çekti. Türkiye'nin eşiği Çin'de karşılık bulmadı.

Türkiye’nin deniz, hava ve kara kuvvetlerindeki mevcut durumu ile ihtiyacı arasında büyük bir fark var mı?

Türkiye, dünyanın en güçlü orduları arasında. NATO’da önemli görevler üstleniyor. İnsan gücü bakımından büyük bir ordu. Disiplinli ve komuta sistemi çok etkili. Eğitim düzeyi, moral motivasyonu çok yüksek.

Ancak askeri imkân ve kabiliyetlere topyekûn bakmak  gerekir. Burada iki önemli husus var. Birincisi; ulusal güvenlik ve savunma stratejisi. Bu doğrultuda askeri stratejinizi belirler, günceller ve revize edersiniz. Askeri stratejiniz, tüm kuvvetlerin entegre ve koordineli bir şekilde birbirlerini besleyip desteklemesine uygun olmalıdır. Bir kuvvetiniz uzun süreli ve geniş ölçekli bir savaşı yürütebilecek imkân ve yeteneklere haiz iken, diğer bir kuvvetiniz muharip olarak sefere hazırlıklı bulunamayabilir. Örneğin personel mevcudu, savaş uçağı sayısı ya da genel olarak teçhizat ve donanım itibarıyla hava gücünüzün muharebe hazırlık derecesi üst düzeyde iken; kara gücünüz savaşma kabiliyeti açısından yetersiz bir portre çizebilir.

Ancak harekât alanında hiçbir kuvvet bir diğerinin yerine ikame edilemez. Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada çoklu aktörler ve tehdit çeşitliliği söz konusu. Bu nedenle de gerçek zamanlı, etkin ve son derece kapsamlı bir mücadele şart. Bu yüzden, iki yıl önce ‘yerli’ ve ‘milli’ olsun deyip, yurtiçi geliştirme programlarına ağırlık verilen sistemler, bir anda çok acil ihtiyaçlar olarak karşınıza çıkabiliyor.

Bu ihtiyaçlar ne denli karşılanabiliyor?

Sorun da burada, ivedilikle tedarik edilmesi gereken ihtiyaçlar, orduyu yurtdışı hazır alıma ya da müttefiklerin desteğine mecbur bırakabiliyor. Zira bu, gerçek zamanlı mukabele yeteneklerini kısıtlarken, alınan silah ya da teknolojiye de tam anlamıyla hükmedememeye neden olabiliyor. Neticede dışa bağımlılık, uluslararası düzeyde konjonktürel siyasi denge ve ilişkilerinizin niteliğine göre sizi zora sokabiliyor. Diğer taraftan geliştirdiğiniz herhangi bir silah sisteminin operasyonel performansı, beklentilerin altında seyredebilir. Ayrıca askeri imkân ve kabiliyetleri her zaman istediğiniz şekilde de kullanamayabilirsiniz, bazen elinizi kolunuzu bağlayan sınırlılıklar da olabiliyor. Mesela Türkiye, angajman kuralları çerçevesinde Rus uçağını düşürdü. Bu hadiseden sonra koalisyona artık hava unsurlarıyla değil, yerden topçuyla destek verebiliyor. Siyasi konularla askeri konular iç içe geçiyor.

Savunmaya ayrılan bütçe bu ihtiyaçların karşılanmasında ne kadar önemli?

İkinci husus da bu, askeri ve iç güvenlik harcamalarınıza tahsis ettiğiniz bütçe. Silahlı kuvvetlerin hazırlık durumu, modernizasyon/geliştirme programları ve insan kaynağı alanlarında güçlendirilmesi, ayırdığınız kaynağın dağılımıyla doğrudan bağlantılı. Şayet bir ülkenin askeri harcamaları yüksekken, bunun ekseriyeti aşırı büyük bir ordunun idamesi için aktarılıyorsa, bu harcamanın, aslında askeri kabiliyetler için ne kadar anlamlı olduğu sorgulanmalı. Türkiye’de askeri ve iç güvenlikle ilgili kurumların harcamalarına bakıldığında, Emniyet Genel Müdürlüğü genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri arasında en yüksek sermaye gideriyle ilk sırada.

Diğer taraftan TSK’da her kuvvet ihtiyaçlarını ve kazandırılması gereken sistemleri kendisi belirler. Kuşkusuz ‘kullanıcı taraf’ neye ihtiyacı olduğunu en iyi kendisi bilir. Ancak ‘çorbada bizim de tuzumuz olsun’ dediğinizde, işin rengi değişiyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) ya da namı diğer Kırmızı Kitap var. Bir de MGSB esaslarına uygun hazırlanan, yakınlarda güncellenen Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi (TÜMAS) var. İhtiyaçlar bu vb. belgelerin ışığında belirlenir. Fakat hiçbir dokümanda ne yazdığını bilmiyoruz. Bunlar, ağırlıkla askeri bürokrasinin yer aldığı aşırı gizlilikle yürütülen bir süreçte hazırlanan ya da güncellenen belgeler... Tehdit yelpazesinde ne var, kuvvetlerin öncelik sıralamalarında tanımladıkları ihtiyaçları neler? Bilinmeyen çok şey var.

“TÜRKİYE'DE SAVUNMA SİVİL ALANA AÇIK DEĞİL”

Bunlar devlet sırrı değil mi?

Devlet sırlarını paylaşmaktan bahsetmiyorum. Ama Türkiye’nin ulusal güvenlik ve savunma stratejisi nedir, en azından somut bir fikir sahibi olmalıyız. Strateji belgesi, peş peşe sıralanmış tehdit tanımlarından ziyade, bu tehditlerin üstesinden nasıl geleceğinizi, öngördüğünüz tedbirleri yansıtması açısından önemlidir. Bugün birçok ülke ulusal güvenlik, savunma ve askeri strateji belgelerini kamunun erişimine sunuyor. Hatta bilakis yayınlamayı tercih ediyorlar.   Böylece hem karşı tarafa mesaj iletiyorlar, hem de psikolojik, sosyolojik ve kültürel etkiler doğuracak şekilde kendi toplumlarına hitap ediyorlar.  Örneğin İngiltere, 2015’teki Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni yayınlamadan önce katkıda bulunmak isteyen vatandaşları için bir internet sitesi açtı. Türkiye'de savunma sivil alana açık değil. Akademik düzeyde çok daha fazla çalışılma gerekiyor.

Savunma alanında sivil-asker ilişkileri nasıl?

Son yıllardaki birçok düzenlemeye ve kat edilen mesafeye rağmen, ‘sivil-asker ilişkileri’ halen beklenen seviyenin altında, tabana yayılmadı. Sivil otorite ile askeri alan arasındaki sınırı tamamen kaldırmamak koşuluyla tesis edilecek sağlam, güvenilir ve interaktif bir ilişki, sürecin daha sağlıklı işlemesine katkı sunar.

Ulusal savunmayı ve ihtiyaçları karşılamada NATO’nun desteği nasıl?

Ulusal güvenliğine doğrudan yöneltilmiş ciddi bir tehdit algısı bulunmayanlar ile Türkiye gibi öznel tehditlerle mücadele etmek zorunda kalan müttefikler, askeri ve mali yükümlülüğü karşılama ve paylaşma noktasında farklı tutumlar sergileyebilirler.

ABD, İttifak’ın askeri bütçesine en fazla katkıda bulunan üye ülke. Afganistan’dan Filipinler’e 150 ülkede ABD askeri var. Hegemonik güç bile olsa, dünyanın her yerinde etkisini ve ağırlığını aynı ölçüde gösteremez. Kaldı ki, ABD askeri kuvvetlerinin personel mevcudunda büyük düşüşler yaşanıyor, son birkaç yıldır savunma bütçesinde ciddi kesintiler yapıyor.

Mesela Füze Savunma Ajansı (MDA) , 2017 Mali Yılı bütçe teklifinde, 822 milyon dolarlık bir kayba maruz kaldı. Acaba ABD’nin çıkarları daha çok Ortadoğu’da mı, Asya Pasifik’te mi yoksa Avrupa’da mı mevcudiyetinde mi? Örneğin Avrupa’ya Güvence İnisiyatifi (ERI) faaliyetleri için 2016’da 786 milyon dolar, 2017’de 4 kat artışla 3,4 milyar dolar ayırdı. 2015’te başlatılan ERI, Rus saldırganlığına karşı sadece bir yıl için öngörülmüş kısa vadeli bir girişimden, uzun vadeli bir taahhüde dönüştü. Bugün Polonya ve Baltık ülkeleri için 60 mil uzunluğundaki sınır şeridi Suwalki Boşluğu’nun korunması ne denli hayati ise, Ortadoğu’yla sınırı bulunan tek NATO üyesi Türkiye için de 911 km’lik Suriye sınırının korunması o denli hayati.

Peki NATO bunun için ne yapıyor?

NATO’nun doğu kanadını güçlendirme planı kapsamında, Füze Kalkanı Projesi’nin ayağını oluşturan Romanya’daki üssün aktif hale getirilmesi, Polonya ve Baltık ülkelerinde hâlihazırda konuşlu birliklere ilave olarak gönderilecek 4 bin askerin yanı sıra silah, askeri teçhizat sevkiyatı vs. bir sürü gelişme yaşanıyor.  Şimdi Rusya mı yoksa IŞİD mi Avrupa güvenliğine daha büyük bir tehdit oluşturuyor? İttifak üyesi olarak güvenlik ortamındaki tehditlere mukabelede bulunurken, NATO’nun arkanızda olduğunu biliyorsunuz. Ama zor dönemlerde, NATO’nun acil ihtiyaçlarınıza cevap vermediğini de tecrübe ettiniz. Bunun için savunma sanayiinde yerli üretim şart, silah size ait olmalı.

“İÇ SAVAŞ HALİNDE SURİYE BİLE UZAY AJANSINI KURDU”

Yerli üretimde ne durumdayız?

2000’li yıllardan itibaren yerli üretime ivme kazandırıldı. Eskiden TSK’nın ihtiyaçlarının %20’si yurtiçinden karşılanırken, bugün bu oran %60. Geri kalan karşılanamayan %40’lık oran ise, daha sofistike olan ileri teknoloji yoğun ürünlerdir. Ancak 10–12 yıl içerisinde ‘bir anda her şeyi üreteyim’ demekle, ‘ANKA’yı bugün silahlandırın’ talimatıyla yapılacak şeyler değil. Kimsenin elinde sihirli değnek yok.

Bazı projeler 1990’lardan beri devam ediyor. Örneğin MİLGEM Projesi, 1996’da doğdu.  Proje kapsamında inşa edilen ilk yerli savaş gemisi Heybeliada 2011’de, Büyükada ise 2013’te hizmete girdi. Milli Muharip Uçak (TFX) için 2023 hedefi var, umarım yetişir.  Para, alt yapı, mesleki uzmanlık ve insan kaynağı var ise üretim süreci hızlı ilerler. Tabii bu sürece ket vurmaması gereken en önemli şeylerden biri de bürokrasi yani karar alma mekanizmanın işleyişi. Bir de, siz bir seviyeye ulaştığınızda, o gelişmişlik seviyesini yakalamış olanlar sizden bir basamak daha yukarı çıkmış oluyorlar. Onları arkadan mı takip edeceksiniz, yoksa birkaç basamak atlayıp onların eşiğini mi yakalayacaksınız. ? Teknoloji, kontrolsüz ve durdurulamaz bir hızda gelişip, değişiyor. Mesela halen uzay ajansımız yok.

Uzay Ajansı’nın kurulacağı söylenmişti….

Evet yakın zaman önce tekrardan tarih duyuruldu. . Yıllardır kurulacağı söyleniyor fakat geç kalındı. İç savaş halindeki Suriye bile kendi ulusal uzay ajansını kurdu. Ajansın içinin boş ya da dolu olması bazen çok da önemli olmayabiliyor, zira o isim dahi bazen etki yaratıyor.

Peki Türkiye niye bu konuda da geç kaldı?

Bizim geç kalmamızın nedeni az önce bahsettiğim şey, yani bürokratik engeller, kurumsal mekanizmanın işleyişi. Ulusal uzay ajansı yetki ve sorumluluk itibarıyla kime bağlı olacak? En büyük meselelerden birisi  ihtiyaç duyulan nitelikteki personeli temin etmek. Hangi kurum kendi yetişmiş nitelikli insan gücünü bir başka kuruma devretmek ister? Zira nitelik ve nicelik açısından zaten sınırlı bir insan kaynağı var. Örneğin uzay konusunda çalışan kişi sayısına bakalım; Avrupa’da 2009’da 50 bin, 2013’te 60 bin kişi. ABD’de ise, 2009’da 170 bin, 2013’te de tam 350 bin kişi uzay alanında çalışmalar yürütüyor. Türkiye’nin bir bütün olarak savunma sanayiinde istihdam ettiği kişi sayısı ise toplamda sadece 35 bin.

Bir başka örnek; Güney Kore ve Türkiye, uzay çalışmalarına neredeyse aynı tarihte başladı. Türkiye’de 2010’da 469 kişi, Güney Kore’de ise 2 bin 900 kişi çalışıyordu, yani Güney Kore, Türkiye’den 6 kat daha fazla insan kaynağına sahip. Türkiye’de uzay sektörü daha yeni yeni oluşuyor.

Savunma sanayiinin gelişmesi için ne gerekiyor?

Güçlü siyasi irade, kurumsal çok başlılığın ortadan kaldırılması, yönetişim zihniyeti, karar alma mekanizmasının işlevselliği, kamu-özel sektör arasındaki uyum ve işbirliği, kamu kaynaklarının etkin ve doğru kullanımı, Ar-Ge ve İnovasyon projeleri, fizibilite, konsept ve model oluşturma çalışmaları, nitelik ve nicelik açısından insan kaynağına yatırım çok önemli.

[Al Jazeera, 6 Haziran 2016]