SETA > Atölye |

CHP Adına Kim Konuşuyor?

Kritik meselelerin çoğunda kesin bir ayrışma görüntüsü veren CHP'de yaşanan aktörlük krizi, son dönemde en somut haliyle Kürt meselesi bağlamında kendini gösteriyor.

Geride bıraktığımız hafta, Cumhuriyet Halk Partisi’ni ülke gündemine taşıyan iki gelişme yaşandı. İlk olarak, parti yönetiminin Çin ziyareti sırasında Paris’te öldürülen PKK’lı Sakine Cansız’ın taziyesine katıldığı için tepki toplayan Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, sonrasında Twitter hesabından dile getirdiği ‘Rumlara yönelik etnik temizlik’ iddialarıyla parti çevresinde eleştirilerin odağı oldu. Ana muhalefet açısından tartışmalı ikinci olay ise İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler’in Meclis Genel Kurulu’nda ‘anadilde savunma’ tasarısı tartışmaları sırasında ‘Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eş değerde gördüremezsiniz’ ifadesini kullanmasıydı. Birbiriyle taban tabana zıt bu iki hamle, Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kürt meselesi konusunda aradan geçen iki yılı aşkın süreye rağmen kesin bir pozisyon belirleyemediğini gösteriyor.

KRİTİK MESELELERDE YAŞANAN AYRIŞMA

Kemal Kılıçdaroğlu’nu CHP liderliğine taşıyan süreç, Türkiye kamuoyu tarafından istikrarlı şekilde ‘değişim’ kavramı üzerinden yorumlandı. Baykal döneminin umutsuzluğu ve CHP’nin bu dönemde lider performansı nedeniyle başarılı olamadığı varsayımı, 33. Olağan Kurultay’dan itibaren partinin bir iktidar yürüyüşüne başladığı yönünde yorumlar yapılmasına kaynaklık etti. Öte yandan, bu dönemde beklenen köklü dönüşüm, CHP yönetiminin parti içi muhalefetle yaşadığı iktidar mücadelesi gerekçesiyle ertelenirken, kamuoyunda da beklentilerin karşılanamamasının faturası eski aktörlere çıkarıldı. 34. Olağan Kurultay’la birlikte parti üzerinde kesin hakimiyet ilan eden Kılıçdaroğlu, taban tabana zıt siyasal gündemlere sahip ulusalcılar ve sosyal demokratları bir araya getiren partide bir aktörlük sorununu da yaratmış oldu. Bir başka deyişle kritik meselelerin çoğunda kesin bir ayrışma görüntüsü veren partide kurumun nihai pozisyonunu temsil eden bir figür bulunmuyor. Parti içerisindeki bu durum, ana muhalefetin ülke siyaseti üzerinde yapması muhtemel etkiyi de kendi kendine sabote etmesi anlamına geliyor.

CHP’NİN YAŞADIĞI AKTÖRLÜK KRİZİ

CHP’nin yaşadığı aktörlük krizi, son dönemde en somut haliyle Kürt meselesi bağlamında tecessüm etti. Yılın ilk günlerinde hükümetin, Abdullah Öcalan ile görüşmelere başlanacağını açıklaması üzerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun çözüm iradesine destek verme kararı, partinin 2012 yazına dek benimsediği diyalog yanlısı pozisyonun devamını temsil etti. CHP liderinin ‘kredi’ açıklamasının ardından ulusalcı vekillerden gelen sert eleştirilere rağmen mesele soğumaya bırakılmıştı. Öte yandan Hüseyin Aygün’ün taziye ziyareti, CHP yönetimi açısından seçmenlere ‘kontrollü siyaset’ mesajı verme imkânını doğurdu. Bir başka deyişle partinin bir tür ‘eksen kayması’ yaşadığı algısına karşı Aygün’ün sert dille eleştirilmesi, Aygün üzerinden partinin geri kalanının bir araya getirilmesini hedefledi. Aygün’ün parti adına konuşmadığı, hatta partili dahi olmadığı, muhalifleri tarafından sıkça gündeme getirilirken Birgün Ayman Güler’in Çarşamba gecesi Meclis tutanaklarına geçen mezkur ifadeleri yeni bir tartışma başlattı. CHP yönetimini zor duruma sokan bu ifadeler, aslında partinin eski siyaseti temsil eden siyasetçiler ile yeni bir siyaset anlayışı ortaya koymasının zorluklarını ortaya çıkarmış oldu.

ESKİ SİYASETİN YENİ TEMSİLCİLERİ İLE MÜCADELE

CHP yönetimi, göreve geldiği 2010 yılından itibaren partiyi daha demokrat, sivil ve özgürlükçü bir mecraya taşımak için çaba gösterdi. Öte yandan parti teşkilatlarıyla kısıtlı bağları olan zayıf bir lider olarak Genel Başkan seçilen Kılıçdaroğlu, partinin fiili sahiplerine karşı verdiği mücadeleyi eski siyasetin yeni temsilcilerine alan sağlayarak kazandı. Deniz Baykal’ın istifasıyla başlayan liderlik krizini geç de olsa atlatan parti açısından yeni hedef, 2002-2007 döneminin olağanüstü koşullarında kemikleşen CHP tabanını yeni bir siyaset anlayışına rıza göstermeye ikna etmek olarak görünüyor. Bu durum, partinin iç siyasetinde ve ulusal düzeyde yaşadığı aktörlük krizini aşmasının tek yolu olarak öne çıkıyor.