Bu yazı yazıldığı an itibarıyla dünya genelinde Covid-19 tanısı konmuş hasta sayısı 3 milyon 200 bin. Sadece Amerika Birleşik Devletleri tek başına bu vakaların üçte birine ev sahipliği yapmakta. ABD vakalarını çıkardığımızda dünya genelinde bugüne kadar tanı konmuş pozitif vakaların yarısından çoğu ise Avrupa'da. Toplam vaka sayısında ABD'nin peşi sıra sıralanan İspanya, İtalya, Birleşik Krallık, Fransa ve Almanya'daki pozitif vaka toplamı neredeyse 1 milyonu buldu (an itibarıyla 946 bin). Bu ülkeler aynı zamanda vefat sayılarında da en çok insanın hayatını kaybettiği ilk beş ülke konumunda. ABD'de an itibarıyla toplam 64 bin. Avrupa'da ise İtalya'da 28, Birleşik Krallık'ta 27, İspanya'da 25 ve Fransa'da 24 bin, bu dört ülkede toplam 100 binin üzerinde insan hayatını yitirdi. Bu ülkeleri toplam vefat sayısı bakımından takip eden ülke yine bir Avrupa ülkesi olan Almanya ve 6572 vefat sayısıyla oldukça geriden takip etmekte.
Salgının tedavi boyutuna gelirsek buradaki durumu görmenin yollarından biri her 100 vakadan kaçı hayatını kaybetti sorusunu sormak. Bu açıdan bakıldığında nüfusu görece küçük Avrupa ülkelerinin de ne denli problem yaşadığı görülebilmekte. Her 100 vakadan kaçı hayatını kaybetti sorusunu sorduğumuzda dikkat çeken ülkeler Belçika ve Birleşik Krallık. Bu iki ülkede her 100 vakadan 16, Fransa'da 15, İtalya'da 14, Hollanda'da 12, İspanya'da 10 insan hayatını kaybetti bugüne kadar. Yüksek vaka sayısına rağmen Almanya'da her 100 vakadan hayatını kaybeden insan sayısı 4. Karşılaştırma yapmak için Türkiye'deki duruma bakarsak bu sayının 2,5'ta kaldığını görmekteyiz. İnsan hayatı rakamlara sığmasa da Covid-19'un yarattığı tahribatı görmek için elimizdeki en kapsamlı veri maalesef yine rakamlar.
Avrupa'da başarılı örnekler de var tabi. Yayılıma karşı tedbirleri gevşek tutan İsveç bir kenara bırakılırsa diğer İskandinav ülkeleri, Doğu Avrupa ülkeleri ve Avusturya ve tabi Türkiye hem toplam vefat sayıları ve hem de her 100 vaka içindeki vefat sayısıyla daha başarılı bir dönem geçirdiler. Bu şartlar altında özellikle nüfusça bize yakın Batı Avrupa ülkelerinin salgından neden bu denli etkilendiği sorusu öne çıkmakta.
Bu soruya verilen kimi cevaplar var. Örneğin Batı Avrupa ülkelerinin daha yaşlı nüfus barındırdığı, bu yaşlı nüfusun Covid-19 virüsünden daha fazla etkilendiği, bu sebeple Batı Avrupa'nın bu denli karanlık bir tablo çizdiği söyleniyor.
Mantıklı bir açıklama gibi görünse de bu durum aslında eldeki verilerle pek desteklenmiyor. Öncelikle yine bir Batı Avrupa ülkesi olan Almanya ile yakın nüfuslu diğer Batı Avrupa ülkeleri arasındaki uçurumu açıklamada yetersiz zira bütün Batı Avrupa yaşlı bir nüfusa sahip. Hatta CIA World Factbook (2018) verilerine göre Almanya dünyanın en yaşlı üçüncü, Avrupa'nın ikinci ülkesi (Avrupa'nın en yaşlı ülkesi oldukça az nüfuslu Monako Prensliği). Yine Birleşik Krallık, Fransa ve İspanya'dan daha yaşlı nüfusa sahip pek çok Baltık ve Balkan ülkesi ile Avusturya da salgından daha az etkilendiler. Demek yaş faktörü ile salgının tahribatı arasında böyle düz bir bağ kurmak mümkün değil. Yaşlı nüfus kurbanı olmak için yeterli bir neden değil, bunun engellemek yaşlı nüfusa rağmen mümkün.
Batı Avrupa'nın salgından neden bu denli etkilendiğini açıklamak için dile getirilen etkenlerden biri de nüfus hareketliliği. Batı Avrupa ülkeleri hem kendileri dünyayı bolca gezen nüfusa sahip, hem de turist ve göçmen çeken ülkeler bunlar. Ancak bu ülkelerin hiçbiri Türkiye kadar nüfus akışkanlığına sahip değiller. Transit ve kalıcı göçler bir bütünlük içinde düşünüldüğünde Türkiye nüfus hareketliliği bakımından Batı Avrupa ülkelerinden geride kalmamakta. Yine de bu argümanın bir açıklayıcı gücü var. Zira Türkiye hem ülkeye giren düzensiz göçü bir süredir daha sıkı kontrol altında tutarken hem de salgın ciddiyetini gösterir göstermez ülke dışından gelen nüfus akışını ivedilikle uçuş yasakları ve zorunlu karantina uygulamalarıyla denetim altına aldı. Dolayısıyla Batı Avrupa ülkelerindeki yüksek pozitif vaka sayısını denetim altına almakta geciktikleri bu nüfus hareketliliği açıklayabilir. Ancak yine de her 100 vakadan kaçının hayatını kaybettiği sorusu bambaşka bir konu. Burada artık konu sadece yayılmayı önleyici tedbirler değil, daha da önemlisi tedavi süreci oluyor. İşte dananın kuyruğu sanırım burada kopuyor. Belçika ve Birleşik Krallık'ta her 6 vakadan biri hayatını kaybederken Türkiye'de bu oran 38 vakada bir. Bu sadece bir matematik işlemi değil, bu fark hayatla ölüm arasındaki bir fark, tam anlamıyla hayat memat meselesi.
Yukarıdaki cevap arayışımızda yaş faktörünü elemiş, nüfus hareketliliği açıklamasına ise hak vermiştik. Peki başka hangi etkenler rol oynamış olabilir? Pek çok uzmana göre temel etken ülkelerin sağlık politikaları. London School of Economics sağlık politikası uzmanlarından Joan Costa-Font'a göre Avrupa'nın kıtasal bir sağlık politikası olmaması kıta içinde böyle bir farklılaşma doğurdu. Bu süreçte Avusturya ve Polonya gibi ülkeler sınırlarını süratle kapatıp sert tedbirler alırken İtalya gibi ülkeler tedbirlerde geç kaldılar. Tedbir aldıkları zaman ise İtalya'daki Lombardiya karantinası örneğinin gösterdiği üzere tedbirlerin uygulanmasındaki hatalar kimilerine keşke hiç tedbir alınmasaydı dedirtti. Bir de tabi İngiltere'nin başını çektiği sürü bağışıklığı politikası vardı ki bunun insani faturasını İngiltere halen ödemekte. Bu açıdan erken ve sert tedbirlerin başarı getirdiğini söyleyebiliriz zira bunu Türkiye'de de bilfiil tecrübe ettik.
Daha çok rakam sunulabilir, daha çok ve detaylı izahlar geliştirilebilir ama bugün ortaya çıkan resimde İtalya, İspanya, Birleşik Krallık, Fransa gibi Avrupa ülkelerinin doğru zamanda doğru politikalar geliştiremedikleri için salgından bu denli etkilendiği sonucu ortaya çıkmakta. Dünyanın en pahalı ve lüks spor arabalarını üreten İtalya neden yeterli solunum cihazı üretemedi, dünyanın en yaygın tekstil grubunu barındıran İspanya neden yeterli koruyucu önlük ve maske bulamadı, düzen nizam için çoğu kez kanunlara bile gerek duymayan geleneklerin ülkesi İngiltere neden bir salgınla mücadele düzeni benimsemedi, modern medeniyetin beşiği Fransa nasıl oldu da modern bir salgınla mücadele politikası geliştiremedi? İşte bu sorunun cevabı zor. Evet yanlış ve yetersiz sağlık politikaları dedik ama bir adım daha geri gitmek ve neden yanlış ve yetersiz sağlık politikalarına mahkum kaldılar sorusunu sormak gerekmekte. Soru bu şekilde genelleştirildiğinde doğrudan somut verilerle cevap vermek de zorlaşıyor ama sonuç için kısa bir fikir jimnastiği yapabiliriz.
Avrupa 1945'te sona eren İkinci Dünya Savaşı'ndan beri ciddi bir kriz yaşamadı. Önce Sovyet sonra Rusya tehdidine karşı ABD'nin sağladığı güvenlik şemsiyesi bir avantajdı. Bir diğer avantajı Ortadoğu'dan kaynaklanacak düzensiz göç ve terör sorunlarına karşı Ortadoğu ülkeleriyle arasında Türkiye gibi zaman zaman sarsılsa da devrilmeyen bir komşuya sahip olmasıydı. Bu avantaja sahip Avrupa geçmiş 70 yılını refah içinde yaşayabildi. Bu güvenlik ortamında motor gücü Almanya olan Avrupa üretti, ürettiğini sattı, yetmedi finans merkezi oldu. Rusya'dan Ortadoğu'ya parasını saklamak isteyen her oligarkın, her petrol şeyhinin kasası oldu, para Avrupa'ya aktı. Ancak bu refah ortamı Avrupa'nın aslında bir sırça köşkte oturduğu gerçeğini ancak on yıllar sonra gerçek bir krizi kucağında bulunca ortaya serdi.
Keşke Türkiye de hem doğal hem insani afetlerle yüz yüze kalmasa, bu 70 yılı refah içinde yaşasaydı. Ama derler ya her şerrin içinde bir hayır vardır. Türkiye krizlerle yaşadığı on yıllardan dersler çıkardı, tedbirler geliştirdi, kriz yönetmeyi öğrendi. Avrupa ülkeleri ise uzun bir krizsizlik döneminden sonra en sert şekilde yaşadığı bu krizden nasıl bir ders çıkaracak göreceğiz. Diğer Avrupa ülkeleri Almanya'nın vagonu olmaya devam mı edecek; otonom, korumacı ve izolasyonist politikalarla yeni Brexit'ler mi ortaya çıkacak; bu soruların cevabını görmek için evvela Avrupa salgın krizinden ne zaman çıkacak ve krizden geriye Avrupa'dan ne kalacak, bekleyip bunu görmeliyiz.
[Sabah, 2 Mayıs 2020]