Rusya ve rejimin Astana/Soçi mutabakatlarını hiçe sayarak alan kontrolü sağlamaları ve bir hafta arayla Türk askeri noktalarına saldırmaları Suriye'de hem sahanın hem de uluslararası aktörlerin yeniden pozisyon almalarına neden oldu.
Saldırılar sonucunda on dört askerimiz şehit oldu ve dört gözlem noktası da kuşatma altında kaldı. Buna mukabil Türkiye ve destek verdiği Suriye Milli Ordusu unsurlarının verdiği karşılıklar sonucunda rejim ve destekçisi milislerin kaybı yüzlerle ifade ediliyor. Dahası muhalif gruplar, rejimin askeri noktalarına yapılan saldırılara dair birçok görüntü yayınladılar. Rejime ait helikopterin düşürülmesi ise hava üstünlüğünü eskisi gibi kolayca kullanamayacağına işaret ediyor.
Sahada bu hareketlilik yaşanırken diplomasi de hızlandı. Rus heyetinin Ankara'ya gelişi ile Türkiye ile Rusya arasında başlayan müzakereler ve Erdoğan-Putin arasındaki telefon görüşmesi sürpriz değil. Nitekim Türk heyetinin Moskova'ya giderek görüşmeleri sürdürmesi de planlanıyor.
ABD cenahından ise özellikle 10 Şubat'taki saldırılardan sonra gelen açıklamalar kamuoyunda bir nebze şaşkınlık yarattı. Bunun temel sebebi ABD'nin henüz yakın bir zamana kadar Suriye'den çekilmesi ve Fırat'ın batısında olan biten olaylarla ilgili Suriye sahasına dair ciddi bir açıklama yapmamış olmasından kaynaklandı.
Rejimin İdlib'e ilerleyişi ve Türk askerlerini şehit edecek kadar ileri gitmesi ile birlikte ABD cenahında da hareketlilik yaşanmaya başladı. Jeffrey birkaç kez Türkiye'ye geldi. Pompeo da bir açıklama yaptı ve NATO ittifakını vurguladı. ABD'nin sesini neden yükseltmeye başladığı sorusu ise cevaplanmayı bekliyor.
Bu noktada ABD'nin tavrı iki nokta üzerinden değerlendirilebilir. Birincisi Rusya'nın yayılmacı siyasetinin ABD'nin etkinlik alanlarını daraltmaya ve NATO sınırlarını zorlamaya başlaması. ABD'nin angajman seviyesini düşürdüğü bütün ülkelerde boşluğu ya Rusya ya da İran doldurdu. Irak, Suriye, Libya akla gelen ilk örnekler. ABD tarafından gelen açıklamalarda Libya'nın da zikredilmesi bu anlamda dikkat çekici. NATO açısından da durum kritik bir noktada. Nitekim örgütün en önemli ülkelerinden biri olan Türkiye'nin Rusya ile askeri olarak karşı karşıya gelmesinde NATO ya müdahil olacak ya da sessiz kalmayı tercih edecek. Her iki durum da ABD ve NATO'nun tercih edeceği senaryolar değil.
Meselenin ikinci boyutu ise ikili ilişkiler. ABD'nin 2013'ten itibaren izlediği Suriye siyaseti Türkiye ile ilişkilerinin de gerilmesine neden oldu. Bu durum Türkiye'nin Rusya ile ilişkilerini güçlendirmesi sonucunu da doğurdu. Rus yayılmacılığı, İran krizi, DEAŞ'la mücadele gibi konular başta olmak üzere ABD, Türkiye'nin Rusya ile daha fazla yakınlaşmasını istememekte ancak bir adım da atmamaktaydı.
S-400'lerin konuşlandırılarak devreye gireceği tarihin yaklaştığı bir dönemde ABD, İdlib üzerinden yaşanan Türkiye-Rusya gerilimini bu anlamda bir fırsat olarak algıladı ve üst düzeyde ciddi açıklamalar yaptı. O da yetmedi, Jeffrey Türkçe konuşarak ve şehitlerimize taziyelerini ileterek halkla ilişkiler düzeyinde bir algı çalışması da yaptı. Peki bu tablo bize ne anlatıyor?
ABD gerçekten döndü mü?
Kestirmeden cevap vermek gerekirse ABD dönmedi ama Türkiye'ye destek vermeye hazır. Bir çatışma olasılığına karşı nasıl bir destek verebileceği de kısmen yansıdı. Gerekçesi de Moskova'yı dizginlemek ve Türkiye ile ilişkileri bir nebze de olsa iyileştirerek Rusya'dan uzaklaştırmak.
ABD'nin desteği Türkiye için tamamen önemsiz değil. Ancak bu sınırlı destek teklifleri ile söylem düzeyindeki yaklaşımların Suriye krizini daha fazla tırmandırmamasına dikkat edilmeli. Zira Obama'nın bu tarz siyasetinin açtığı sonuçlar ortada.
Ankara-Moskova ilişkilerinin nereye evrileceğini ise büyük ölçüde Rusya'nın tavrı belirleyecek. Türk-Rus ilişkilerinin Esed rejiminin ihtiraslarından daha önemli olduğunu kavramak Rusya için ilk adım olabilir.
[Sabah, 16 Şubat 2020].