SETA > Uzmanlar Cevaplıyor |
Ukrayna Müzakerelerinde Çözüm Çıkmadı

Ukrayna Müzakerelerinde Çözüm Çıkmadı

Trans Atlantik müttefikleri Rusya’nın NATO’nun genişlemesini durdurma çağrısını reddederken Rus temsilciler ise diplomasinin bir 'çıkmaz'a ulaşmadığını belirtti. Bu koşullarda yeni bir çatışma riski görünse de durumu daha iyi analiz etmek için konunun uzmanlarına müzakerelere ilişkin gözlemlerini sorduk.

Rus temsilciler ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) temsilcileri arasında bu hafta Cenevre, Brüksel ve Viyana’da üç tur müzakereler gerçekleşti. Bu müzakerelerin odak noktası ise Rusya-Ukrayna sınırında yaşanan gelişmelerdi. Sonuç olarak Trans Atlantik müttefikleri Rusya’nın NATO’nun genişlemesini durdurma çağrısını reddederken Rus temsilciler ise diplomasinin bir “çıkmaz”a ulaşmadığını belirtti. Bu koşullarda yeni bir çatışma riski görünse de durumu daha iyi analiz etmek için konunun uzmanlarına müzakerelere ilişkin gözlemlerini sorduk.

 

Hazırlayan Gloria Shkurti Özdemir

Uzmanlar İlyas Topsakal Mehmet Çağatay Güler Kadir Üstün Vişne Korkmaz Rıfat Öncel


İlyas Topsakal İstanbul Üniversitesi

NATO-Rusya Görüşmelerinin Etkileri ve Perspektifi

NATO-Rusya Konseyi 12 Ocak 2022 itibarıyla son iki buçuk yıl içerisinde ilk defa Brüksel’de toplanarak tarafların birikmiş meseleleri üzerine müzakereler gerçekleştirdi. Müzakerelerin en önemli konulardan biri Vladimir Putin ile Joe Biden görüşmesinde ele alınan iki tarafın kırmızı çizgileriydi. Görüşmelerde Moskova yönetiminin üzerinde durduğu mesele NATO’nun doğu yönüne genişlemesi ve stratejik saldırı silahlarını Rusya’nın batı sınırına yakın stratejik noktalara yerleştirmesiydi. Zira bu hattın Romanya, Polonya ve Bulgaristan ile, kuzeyde geleneksel olarak Finlandiya ile, sonradan güneyde Yunanistan üsleriyle ve arkada ise Batı Avrupa’nın geleneksel destek gruplarıyla ileri itilmesi Rusya’nın algıladığı en büyük tehdit olarak görülüyor.

Aslında meselenin geçmişi Sovyet dönemine kadar uzanıyor. 1992’de Moskova, Washington yönetiminden NATO’nun doğuya genişlememesinin özellikle Ukrayna ve Gürcistan’ın İttifak üyesi olmamasının yazılı garantilerini istemişti. Nihayet geçmişten günümüze her iki devlet diplomatik kanallarıyla isteklerini son iki yıla kadar birbirlerine her fırsatta ve ortamda iletmeyi bir strateji olarak gördüler ve devam ettirdiler. Aynı zamanda ABD ve NATO da Rusya’nın hassas olan bölgelere yakın –yani Ukrayna ve Polonya’nın tehdit olarak gördükleri alanda– askeri tatbikatlar gerçekleştirmesini ve yeni silahları bölgeye sevk etmesini güvenlik alanına yönelik tehdit olarak algılayarak buna karşı yaptırımlar silsilesini devreye sokuyordu.

Bu süreç içinde iki tarafın müzakerelerinde karma heyetler görev yapmış ve genel olarak Dışişleri ve Savunma bakanlıkları yetkilileri bu görevi üstlenmiştir. Bu hafta yapılan müzakerelerde Rusya’yı Aleksandr Gruşko ve Aleksandr Fomin temsil ettiler. NATO ise bu görüşmelerde Genel Sekreter Jens Stoltenberg ve otuz üye ülkenin temsilcileriyle yer aldı. Görüşmelerden sonra ilgili yetkililerden sızan bilgilere göre Rusya’nın kırmızı çizgileri olan Karadeniz ve Doğu Avrupa’daki genişleme hariç bütün önemsiz konularda bir mutabakat olmasına rağmen Moskova yönetiminin kırmızı çizgileri konusunda ise herhangi bir ilerleme sağlanamadı. Bunun üzerine Rus yetkililer de Doğu Avrupa’ya yönelik askeri tatbikatların ve özellikle stratejik öneme sahip süpersonik füzelerin konuşlandırmaya devam edeceği iddiasını yineledi. Rus yetkililer bu yeni durumun caydırıcılık politikasına uygun olduğunu belirterek bu çerçevede yeni silahların Küba, Venezuela gibi ABD’ye yakın çevreye de yayacağının sinyallerini verdi. Bu yeni politika Rusya Devlet Başkanı Putin’in “Eğer NATO ülkeleri sınırlarımızda stratejik silahları yerleştirmeye devam ederse biz süpersonik füzelerimizi hazır hale getirmek mecburiyetinde kalacağız” ifadesiyle en üst makamda dile getirildi.

Gerginlikleri azaltma müzakerelerinin Viyana’daki üçüncü etabı 13 Ocak’ta AGİT kapsamında gerçekleşti. İki taraf karşılıklı stratejik konularda anlaşamayınca Rusya’nın AGİT temsilcisi Lukaşeviç ülkesinin güvenlik garantileri konusunda son derece ciddi olduğunu açıklarken ABD’li mevkidaşı ise süreci “şantaj” olarak belirtti. Sonuç olarak taraflar büyük umutlarla başlayan müzakerelerde hiçbir ilerleme kaydedemedi ancak müzakereler Rusya’nın NATO’ya karşı güvenlik stratejisini güncellemesine neden oldu. Bu bağlamda 2010’dan itibaren Rusya’nın güvenlik doktrininde Doğu Avrupa ve NATO tehdidi birinci sırada yer almakta ve İttifak’ın genişlemesine karşı yeni tedbirleri içermektedir.

Bu çerçeve NATO ve ABD başta olmak üzere Batı karşısında Rusya’nın aldığı yeni pozisyon ve bu pozisyonda Türkiye’nin üsteleneceği rol gelecekte bölgemizi ve ülkemizi ilgilendiren en önemli güvenlik sorunu olarak görülebilir. Bu nedenle ülkemizin askeri ve güvenlik uzmanları bu rolün çerçevesini çizmek için düşünceler üretmekte, zaman ve şartlara göre Türk-Rus ilişkilerinde meseleye göre anında çözümler üretmektedir. Türkiye ve Rusya’nın devlet başkanlarının kurdukları anlık iletişimler ve karşılıklı sergiledikleri iyi niyetli tavırlar liderlik diplomasisi açısından büyük bir başarı olarak görülmekte ve iki ülke silah laboratuvarına dönen Doğu Avrupa, Ortadoğu, Akdeniz ve Karadeniz’deki süreci başarıyla yürütmektedir. Türkiye’nin merkez olarak milli menfaatleri çerçevesinde oluşturduğu bu yeni konsept, Soğuk Savaş stratejileri perspektifine sahip birçok düşünür tarafından da eleştirilebilmektedir. Yeni dönemin çıktıları olarak güneyde yapılan üç büyük sınır ötesi operasyon ve Astana süreci sonunda bölgedeki savaşın durması, Karabağ meselesinin büyük bir başarıyla halledilmesi, Doğu Akdeniz’de hem sert güç hem de yumuşak güç unsurlarının kullanılması ve Karadeniz’de NATO-Rusya dengesinin sağlanması Türkiye’nin diplomatik ve üstün harekat kabiliyetine bağlı kuvvetiyle mümkün olmuştur. Türkiye’nin başarısı yeni güvenlik stratejileri uygulanırken ortadadır.

Sonuç olarak NATO ile Rusya’nın yeniden sert bir rekabete girmesinin İttifak’ın bölgedeki en büyük askeri gücü olan Türkiye’nin Rusya ile mevcut ilişkilerini olumsuz yönde etkilemesi mümkündür. Ancak son on yılda Türkiye kazandığı güven, istikrar ve idaresiyle bu ilişkileri yönetmekte zorlanmayacağı gibi ortaya çıkabilecek olası problemli alanları her iki devlet açısından olumluya çevirmeyi de başaracaktır.

Yukarı Git


Mehmet Çağatay Güler

Rusya-Ukrayna Krizi: Diplomatik Görüşmenin Sonuçları

Rusya-Ukrayna krizine dair Cenevre ve Brüksel’de gerçekleşen Rusya-ABD, Rusya-NATO ve Rusya-AGİT görüşmelerinin tümü sonuçsuz kalmıştır. Rusya’nın NATO ve ABD’ye sunduğu güvenlik taslağına ve talep ettiği bağlayıcı garantilere baktığımızda görüşmelerin sonuçsuz kalmasının şaşırtıcı olmadığını söyleyebilirim. Ne NATO ne de ABD üzerlerinde Rusya’nın tahakküm kurmasına izin vermeyecektir. Ukrayna’nın NATO’ya alınmaması, İttifak’ın doğuya doğru daha fazla genişlememesi, Rus sınırlarına ve yakın bölgelere NATO asker ve silahlarının konuşlandırılmaması ve son olarak NATO’nun 1997 öncesi sınırlarına çekilmesine dair garanti verilirse bu her şeyden önce Avrupa güvenlik mimarisinin bütünüyle değişmesi ve Soğuk Savaş sonrası kurulan düzenin temelden etkilenmesi anlamına gelecektir. Bu durum aynı zamanda Rusya’nın küresel statüsünü ve nüfuz alanını tahkim ederken ABD, NATO ve Avrupa kurumlarının ise ciddi derecede güvenilirlik ve güç kaybına uğramasına yol açacaktır. Bahse konu kurumların varlıkları, konumları ve genel itibarıyla Batı’nın statüsü de tartışılmaya başlanacaktır.

Dolayısıyla söz konusu garantilerin kabul edilmesi en başından beri mümkün görünmemekteydi ve bu noktada iki argüman ön plana çıkmaktaydı: Birincisi Rusya’nın söz konusu güvenlik taslaklarını kabul edilemez bir tarzda hazırlayarak Ukrayna’ya yönelik operasyonunu meşru zemine oturtması. İkincisi Moskova yönetimi tarafından pazarlık payı çok yüksekten açılarak en azından Ukrayna’nın NATO üyeliğinin ve NATO karakolu haline gelmesinin önlenmesi. Fakat gelinen noktada hiçbir şekilde ortak paydada buluşulamadığını görmekteyiz. Bu durum ise NATO ve Batı ülkeleri için bir dilemma/ikilem oluştururken ya Moskova yönetimine istediği verilerek büyük bir siyasi maliyete katlanılacak ya da Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesine tanıklık edilecek ve ciddi bir güvenlik maliyetine katlanılacaktır. Bununla beraber Rusya caydırılamadığı takdirde NATO’nun etkinliği ve statüsü de tartışma konusu haline gelecektir.

Cenevre ve Brüksel’deki görüşmeler esnasında sahadaki gelişmelere baktığımızda Rusya’nın tahkimatını daha da artırdığı, lojistik desteğini sürdürdüğü ve açık istihbarat kaynaklarına göre harekatı destekleyecek Doğu Askeri Bölgesi’nden Batı Askeri Bölgesi’ne askerlerini kaydırdığı görülmektedir. Görüşmelerin sonuçsuz kaldığı ve devamına yönelik bir irade konulmadığı durumda ilerleyen dönemde karşımıza çıkabilecek senaryoların en başında Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri harekatı gelmektedir. İlk olarak sahadaki mevcut yığınak geniş çaplı bir işgal girişimini lojistik olarak mümkün kılmamaktadır. Ayrıca böyle bir ihtimal Rusya için maliyetleri ciddi şekilde artıracağı gibi insani boyutta da elini zora sokacaktır. Nüfusun yoğun olduğu bölgelerde şehir savaşına girilmesi düşük olasılıktadır. İkinci olarak ise ele geçirilmesi görece daha kolay, arazi şartları daha elverişli, lojistik olarak daha uygun ve maliyet olarak daha düşük olan lakin jeopolitik olarak büyük önem arz eden bazı bölgelere yönelik kısmi bir işgal gerçekleşmesidir. Bu sayede Kırım ve Donbas kara bağlantısının sağlanması, Kırım’ın su probleminin çözülmesi ve Azak Denizi’nde mutlak hakimiyet sağlanması hedefleniyor olabilir. Üçüncü ve son olarak ise harekatın yalnızca hava unsurları ile gerçekleştirilerek düşük maliyetle Ukrayna’da çok yüksek hasarlara yol açılmasıdır. Böylelikle ilk aşamada ciddi bir yıkım gerçekleştirilmesi, Ukrayna halkının direncinin bütünüyle kırılması, korku ve çaresizlik atmosferi oluşturulması hesaplanıyor olabilir. Bununla birlikte de Batı’ya “İstediğimizi vermediğiniz takdirde yapacaklarımızın başlangıcıdır” mesajı verilerek yani zorlayıcı diplomasiden etkili bir şekilde istifade edilerek kırmızı çizgilerin dayatılması planlanıyor olabilir. Bu senaryoların tümüne hazırlıklı olunması ve Rusya’yı caydırma hesapları yapılırken hiçbir ihtimalin atlanmaması elzemdir.

Yukarı Git


Kadir Üstün

Washington, Moskova’nın Ukrayna Hamlesine Karşılık Vermekte Zorlanıyor

Washington yönetimi Moskova’nın 2014’te Kırım’ı Ukrayna’dan koparmasına karşı etkili bir karşılık geliştiremeyerek bu oldubittiyi zımnen kabullendi. Birçok uzmana göre o günden beri devam eden Ukrayna’ya karşı Rus işgalinin son haftalarda yeni bir seviyeye geldiğini görüyoruz. Putin, Donbas bölgesine yığdığı yüz bin civarında Rus askeriyle Batı’yla pazarlıkta el yükselterek masaya avantajlı oturmuş durumdadır. NATO’nun genişlemesine karşı yazılı bir taahhüt talep eden Putin, bu talebinin gerçekleşmeyeceğini biliyor ancak asıl hedefinin hem Batı ittifakı içinde yeni fay hatları oluşturmak hem de İttifak’ın genişlemesini fiili olarak durdurmak istiyor.

Putin’in nihai hedefinin ne olduğu konusunda görüş ayrılıkları olsa da ABD’li uzmanların çoğunun Rusya’ya askeri anlamda bir karşılık verilmesi gerektiğini savunduğunu görmüyoruz. Ukrayna’nın NATO üyesi olmadığı ancak üyelik kararının da Rusya tarafından ipotek altına alınamayacağı, Rusya’ya yapılan ekonomik yaptırım tehdidinin caydırıcılığı, Moskova yönetimiyle gerçekleştirilen müzakerelerde kararlı bir tutum takınılması gibi konularda genel bir kanaat birliği olduğu söylenebilir. ABD yönetimi Rusya’yla askeri bir angajman istemiyor ve Ukrayna sınırına yapılan Rus askeri yığınağını geri çevirecek bir adım atacağa da benzemiyor.

Rusya’nın Ukrayna’da el yükselterek işgale girişmeden jeopolitik anlamda kazandığı yönündeki görüş de dikkat çekiyor. Batı ittifakı NATO’nun genişlemesinden resmi olarak taviz vermeyecek ancak fiili anlamda Ukrayna’nın ittifaka dahil edilmesinin Rusya’nın vetosuna tabi olduğunu zımnen de olsa kabul edecek görünüyor. Rusya’nın Avrupa’ya karşı enerji silahını elinde tutması, Almanya’nın Ukrayna’ya sadece savunma amaçlı silah yardımını savunması ve Washington’ın da askeri çatışmaya gidecek bir yola gitmek istememesi Putin’in el yükseltmesini kolaylaştırıyor.

Bu durumda Putin askeri çatışma ve işgale gerek kalmadan Ukrayna’nın Batı’ya daha da yakınlaşmasını engellemeyi başaracak görünüyor. Ancak Washington’ın Avrupa’nın enerji güvenliğini daha fazla ciddiye alması, Ukrayna’ya maddi ve silah yardımını artırması ve ekonomik yaptırımları gündemine taşıması gibi sonuçları açısından Moskova’nın mevcut kazanımlarının maliyetsiz olmayacağını da unutmamak gerekiyor.

Yukarı Git


Vişne KorkmazVişne Korkmaz Nişantaşı Üniversitesi

Avrupa’nın Rusya-Ukrayna Krizine Tepkisi

Cenevre’de gerçekleşen ABD-Rusya stratejik diyaloğu aslında tüm hafta boyunca Batı ile Rusya arasında gerçekleşecek görüşme ve diplomasi trafiğinin ilk durağıydı. Bir başlangıç ve diğer görüşmelerin ruhu ile ilgili bir fikir vermesinin dışında bu diyalog birkaç nedenle önemliydi. Bilindiği üzere Rusya bir süredir çeşitli fay hatları üzerinden (Ukrayna, Beyaz Rusya, Batı Balkanlar vb.) Avrupa’nın istikrarını bozabileceğini gösteriyor. Ukrayna üzerinden ABD ve Rusya’nın birbirini sınadığı ve zaman zaman bu sınamaların tırmanan krizlere dönüştüğü biliniyor. Avrupalılar için bu tür bir kriz ve tırmanma durumu ise istikrar bozucu bir etkendir. Avrupalıların halen stratejik otonomi tartışmasını sürdürdüğü, dış politika ve güvenlik meselelerinde Birlik içerisinde görüş birliğinin her daim sağlanamadığı bir dönemde tüm bu istikrarsızlıklara karşı yegane güvence ise NATO’nun caydırıcılığıdır. Ancak caydırıcılığı sınamanın da bedelleri var. Ayrıca ABD politikası Asya’ya dönüş yolunda belirsizliklerini korumaya devam ediyor. Bu nedenle Rusya ve Avrupa güvenlik kurumları arasında stratejik bir diyalog ve olursa bir müzakere sürecinin başlaması Avrupalılar açısından önemlidir.

Cenevre toplantısı öncesi Avrupalıların beklentilerini gölgeleyen iki husus vardı. Bunlardan ilki Cenevre’de başlayan süreçte Kremlin yönetiminin iki taslak belgede duyurduğu taleplerin açık ve kapalı bir biçimde gündeme gelmesi. Bu taslak belgeler NATO’nun açık kapı politikasını sınırlıyor ve Ukrayna, Doğu Avrupa, Kafkasya ve Orta Asya’da İttifak’ın askeri faaliyetlerini durdurmasını talep ediyordu. Bu talepler dillendirildiğinde Moskova’nın “yumuşak bir Yalta” arzu ettiği, bunu da Ukrayna’nın ve Avrupa’nın istikrarı üzerinden sınamalar yaparak Washington ile direkt müzakerelerle elde etmek istediği yorumcular tarafından söylenmişti. Sırf bu yorumlar bile Avrupalıların canını sıkabilecek minvalde zira Moskova’nın taleplerinin NATO’nun caydırıcılığı açısından oluşturabileceği sınırlamanın ötesinde Avrupa güvenliğinin kaderinin Avrupalılar ile müzakere edilmeden çizilmesini de ima ediyor. Biden yönetimi daha önce yaşanan yanlış anlamaların önlenmesi için Cenevre öncesi ve sonrasında NATO ve Avrupalı müttefiklerle sürekli istişarelerde bulunduğunu söyledi. İkinci husus Cenevre’den Ukrayna ve ötesinde tarafların pozisyonu ile ilgili bir değişiklik beklenmemesi. Dolayısıyla Avrupa’nın istikrarına yönelik baskı ortadan kalkacak gibi gözükmüyor.

Cenevre sonrası iki ülke dışişleri yetkililerinin yaptıkları açıklamalara baktığımızda taraflar birbirlerine güvenmemekle beraber bazı güven artırıcı önlemlere de yeşil ışık yakabileceklerini gösterdiler. Bu, özellikle Avrupa’nın güvenliğini etkileyen silahsızlanma anlaşmalarının işlemez hale gelmesinden endişe duyan Avrupalılar için önemli bir husus. Örneğin “INF konusunda taraflar olumlu bir adım atabilirler mi?” diye çeşitli mecralarda soru sorulduğunu görüyoruz. Ancak silahsızlanma anlaşmalarının geleceği konusunda masaya oturulursa tarafların zihninde sadece Avrupa’nın güvenliği ve Rusya-ABD rekabetinin olmayacağını da unutmamak gerekiyor. Zira ABD bu tür stratejik adımlarını Asya Pasifik’in bundan nasıl etkileyeceğini ve Çin’in silahlanma potansiyelini düşünmeden atmıyor.

Yukarı Git


Rıfat Öncel

NATO-Rusya Görüşmeleri ve Silahlanmanın Kontrolü

NATO-Rusya görüşmeleri henüz anlamlı sayılabilecek bir başarı elde edememiş olsa da silahların kontrolü hususu gittikçe tırmanmakta olan gerilimle alakalı ilerleme sağlanmasında potansiyel bir ilk adım olarak ortaya çıkmıştır. ABD, Rusya ve NATO ilkesel olarak saldırı füzelerinin sayısını ve konuşlandırılmasını sınırlayacak yeni bir anlaşma ve ilgili doğrulama mekanizmalarının oluşturulmasını arzu ettiklerini öne sürmekteler. Bu nedenle Donald Trump yönetiminin silah kontrol anlaşmalarına karşı düşmanca tutumundan sonra günümüzde yeni anlaşmaların ulaşılabilir olabileceğine dair yeniden ortaya çıkan bir ihtimal bulunmaktadır. Bununla birlikte Rusya’nın güvenlik konularıyla alakalı önerilerinin kapsamı göz önüne alındığında yeni bir silah sınırlaması anlaşmasına varılması, Ukrayna ve Avrupa’nın geri kalanını ilgilendiren tüm meselelere bir cevap teşkil etmekten ziyade, ilk olarak sadece güven artırıcı bir tedbir vazifesi görecektir.

Rusya’nın güvenlikle alakalı olarak NATO’dan beklentileri İttifak’ın güç projeksiyonunda köklü bir değişiklik ve ABD’nin Doğu Avrupa’ya yönelik güvenlik taahhütlerinde önemli bir azalma gerektirmektedir ki bu da bir bütün olarak NATO’nun varlık sebebine nihai bir darbe olacak ve ABD’nin güvenilirliğini yok edecektir. Bu nedenle ABD, Rusya’nın taleplerini “başarısız” olarak nitelemiştir.

Bu koşullar altında şu anda yürürlükten kaldırılmış olan INF Antlaşması gibi sınırlı bir anlaşmaya varılması bile pek mümkün görünmemektedir. ABD ve Rusya’nın antlaşmadan çekilmesinin ardından her iki ülke de antlaşma kapsamında daha önce yasaklanmış olan füzelerin geliştirilmesi ve konuşlandırılmasına yönelik çabalarını hızlandırmıştır. Benzer şekilde bazı NATO komutanlıklarının yeniden etkinleştirilmesi ve mevcut askeri tatbikatların yoğunlaştırılması nedenleriyle ilgili güç projeksiyonları önemli değişikliklere uğramıştır. Öte yandan hipersonik silahlar gibi gelişmekte olan yeni askeri teknolojiler sahadaki aktörlere önemli saldırı yetenekleri sağlayarak kötüleşen güvenlik durumunu daha da tehlikeye atmaktadır.

Özetle gerek azalan taahhütler gerekse yeni silah teknolojileri yıllardır karşılıklı tehdit algılarını artırmaktadır. Soğuk Savaş sırasında hem siyasi iklimin uygunluğu hem de konuşlandırılan konvansiyonel ve nükleer füzelerin çoğunun lüzumsuzluğu nedeniyle silah kontrol anlaşmaları güven oluşturmakta yardımcı olmuştur. Ancak günümüzün jeopolitik dengesi yıllardır biriken güvenlik sorunlarından sonra ortaya çıkmış ve askeri teknoloji yarışında kıyasıya bir rekabete dayanmaktadır. Bu nedenle aktörler bir silah anlaşmasına varsalar bile bu anlaşma Rusya ile Batı arasındaki güvenlik sorunlarının ele alınmasında muhtemelen sınırlı bir araç olarak kalacaktır.

Yukarı Git.