Türkiye’nin terörle mücadeledeki kararlılığını gördüğü hâlde PKK kimden cesaret alarak silahsız rehineleri katlediyor?
Terör örgütlerini dış politikalarının bir aracı olarak gören ve kullanan ülkelerden cesaret aldığı açık.
Aksi hâlde Türkiye’nin kararlı ve başarılı operasyonlarının terör örgütünü silah bırakmaya zorlaması gerekirdi. Ama terör örgütleriyle iş birliği yapmayı, yeri geldiğinde onları ortak olarak görmeyi, aslında onları kullanmayı alışkanlık hâline getiren ülkeleri gördükçe PKK da silah bırakmayı düşünmüyor.
Türkiye’ye karşı kendisine sponsor olacak birini mutlaka bulacağını düşünüyor çünkü.
PKK ismi yıprandığında YPG ya da o da yıprandığında SDG ismiyle yola devam edebileceğini ve dünyanın en güçlü devletindeki fanatik Türkiye karşıtlarının yardımına sahip olmaya devam edeceğini biliyor.
Sürekli olarak otonom bölge ya da bağımsız devlet vaatleriyle ayartılan PKK’nın silah bırakıp Türkiye ya da diğer bölge ülkelerine karşı terörist eylemlerine son vermesi beklenebilir mi?
Türkiye’nin sahada bu örgüte karşı başarılı olması da PKK’nın sonunu getirmeye yetmiyor. Yurt içinde son yıllarda yapılan operasyonlarla gerçekten de PKK’lı teröristlerin sayısı ciddi şekilde azaltıldı. Bunun yanında gerek Suriye’de gerekse Irak’ta gerçekleştirilen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Pençe Harekâtlarıyla örgütün bu ülkelerdeki varlığına da önemli darbe vuruldu.
Fakat ABD’nin özellikle Suriye’de YPG/PKK’nın hamiliğinden vazgeçmemesi, Rusya’nın da bu konuda neredeyse ABD ile yarışması ve Avrupa’da örgütün faaliyetlerini aynı şekilde sürdürmesi Türkiye’nin bu terör örgütü karşısında işini zorlaştırıyor.
Ankara, “müttefiklerinin” ya da ekonomik, siyasi ve güvenlik alanlarında önemli iş birliği içinde olduğu diğer ülkelerin Türkiye’nin güvenliğine karşı tehdit oluşturan terör örgütlerine yönelik sorunlu politikalarını değiştirmeye muvaffak olamadı maalesef.
Bu durum onlarca yıldır böyle.
En önemli NATO “müttefikimiz” ABD, otuz yılı aşkın süredir terör örgütü PKK’yı ve onun uzantılarını Türkiye’ye karşı “havuç ve sopa” politikası çerçevesinde kullanıyor. Washington’da yönetimler değiştikçe havucun mu yoksa sopanın mı daha fazla öne çıkacağı konusunda ufak değişiklikler oluyor ama maalesef Amerikalı “müttefiklerimiz” PKK aracından vazgeçmek istemiyor.
Türkiye’nin Amerikan yörüngesinden uzaklaştığı ve bağımsız dış politika konusunda ısrar ettiği dönemlerde doğal olarak PKK veya kolları daha fazla devreye sokuluyor.
Avrupalı “müttefiklerimiz” de benzer şekilde, bırakın PKK karşısında Türkiye ile dayanışma içerisinde olmayı, bu örgüte ve onun uzantılarına her türlü desteği verme konusunda birbirleriyle yarışıyorlar. Türkiye’ye sattıkları silahların PKK’ya karşı kullanılmasına itiraz etmeleri, örgütün Avrupa’da zorla finansman ve insan kaynağı toplamasına seyirci kalmaları ve Avrupa Parlamentosu başta olmak üzere her türlü mekânda propaganda yapmasına izin vermeleri Avrupa ülkelerinin terör konusundaki ikiyüzlü politikasına sadece birkaç örnek.
Türkiye ile enerji ve güvenlik alanlarında yakın ilişkilere sahip Rusya’nın ise PKK’yı ve YPG’yi terör örgütü olarak bile kabul etmediği görülüyor. Örgütün Suriye’de daha çok ABD ile iş birliği yapması yüzünden PKK/YPG ile yakın ilişki kurmayan Rusya’nın, yine de Tel Rıfat, Menbiç ve Fırat’ın doğusunda bu örgütü koruyucu bir tavır takınması PKK/YPG ile her an daha yakın bir iş birliğine hazır olduğunun göstergesi. Bu tavır, Moskova’nın da ABD ve Avrupalı ülkelerin çoğu gibi PKK/YPG’yi gerektiğinde Türkiye’ye karşı kullanılacak faydalı bir enstrüman olarak gördüğüne işaret ediyor.
Bölge ülkeleri Irak, Suriye ve İran’ın da, PKK kendi toprak bütünlükleri için de tehdit oluşturmasına rağmen konjonktürel olarak bu örgüte karşı mücadelede kararlı hareket etmemeleri, tolerans göstermeleri ve hatta bazı dönemlerde onunla örtülü ya da açık iş birliği yapmaları Türkiye’nin bu terör örgütüne karşı mücadelesini zayıflatıyor ve PKK’yı cesaretlendiriyor.
Görüldüğü gibi, bu kadar desteğe sahip olan PKK’ya karşı mücadele etmek kararlılık ve içeride birlik gerektiriyor.
[Türkiye, 17 Şubat 2021].