Uluslararası toplumun temellerini kökünden sarsan eylemlerin önemli bir kısmı silahlı çatışmalar esnasında gerçekleşmektedir. Yasa dışı saldırılar, sürgünler, yıkımlar, öldürmeler, yaralamalar ve toplu katliamlar çoğu kez silahlı çatışmalar esasında yaşanan, yeni düşmanlıklar yaratan ve uluslararası toplumun hassas düzenini derinden sarsan eylemler olmaktadır. Bu sebeple silahlı çatışmalar esasında gerçekleştirilen söz konusu eylemlerin ağır suçlar olduğu ve bu eylemleri gerçekleştiren gerçek kişilerin cezalandırılmaları gerektiği uluslararası hukukun ilgili kurallarınca kabul edilmiştir. "Saldırı suçu", "savaş suçları", "insanlığa karşı suçlar" ve "soykırım suçu" olarak kategorize edilen bu suçlar, geçmişte de uluslararası mahkemelerde yargılamalara konu olmuştur. Ancak karşılaşılan en büyük sorun, söz konusu suçları işleyenlerin çoğu kez kendi ulusal mahkemelerince ya hiç yargılanmaması ya da göstermelik yargılanarak cezasız kalmalarının sağlanması olmuştur. Hiç yargılanmayan ya da etkin bir şekilde yargılanmayan şüphelileri adil bir şekilde yargılayacak tarafsız bir uluslararası mahkemeye olan ihtiyaç, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin 1998 yılında Roma'da imzalanan bir uluslararası antlaşma ile belirli oranda giderilmiştir (Anlaşmaya karşı oy kullanan yedi ülke Çin, Irak, İsrail, Libya, Katar, ABD ve Yemen idi). 2002 yılında resmen çalışmaya başlayan Mahkeme, ilk tutuklama emrini 8 Temmuz 2005'te çıkarmış ve ilk kararını 2012 yılında Kongo ile ilgili yargılamalarda vermiştir. Mayıs 2024 itibarıyla Güney Amerika'nın tüm ülkeleri, Avrupa'nın neredeyse tamamı, Okyanusya'nın çoğu ve Afrika'nın kabaca yarısı dahil olmak üzere 124 devlet Mahkeme'yi kuran antlaşmaya taraftır. Mahkeme'nin kurucu antlaşması, bir kişinin Mahkeme tarafından yargılanabilmesi için ya taraf olan devletlerden birisinin vatandaşı ya da kendisine taraf olan bir devletin ülkesinde suç işlemiş birisi olmasını gerektirmektedir. Bir başka deyişle Mahkeme, kendisine taraf olmayan bir devletin vatandaşını da şayet bir taraf devletin ülkesinde suç işlemişse yargılayabilecektir. Ancak bu kişinin soruşturulduktan ve hakkında yargılama yapılmasına karar verildikten sonra yargılanabilmesi için söz konusu kişinin Mahkeme'nin önüne şahsen çıkarılması gerekir. Dolayısı ile yargılanmasına karar verilen bir kişinin yargılanabilmesi için hakkında yakalama kararı çıkarılarak yakalanması ve Mahkeme'ye şahsen çıkarılması gerekir. Filistin Devleti, 1 Ocak 2015 tarihinde Mahkeme'den "işgal altındaki Filistin topraklarında işlenen suçlar da dahil olmak üzere" Filistin ülkesinde suç işleyenlerin soruşturulmasını ve yargılanmasını talep etti. Filistin Devleti, aynı yılın Mayıs ayında Mahkeme kurucu antlaşmasına taraf oldu. Dolayısı ile Mahkeme işgal altındaki kısımları da dahil olmak üzere Filistin Devleti'nin ülkesinde o tarihlerden bu yana suç işleyenleri soruşturmaktadır. 7 Ekim 2023'den bu yana Gazze'de olanlar da Mahkeme'nin yetkisine girmekte ve soruşturulmaktadır. Soruşturmalar devam ederken Mahkeme Savcısı, 20 Mayıs 2024 tarihinde Hamas liderlerinden Yahya Sinvar (Hamas'ın Gazze'deki lideri), Muhammed Diab (Hamas'ın El Kassam Tugayları olarak bilinen askeri kanadının komutanı), İsmail Haniyeh (Hamas Siyasi Büro Lideri) ve İsrail liderlerinden Benjamin Netanyahu (İsrail Başbakanı) ve Yoav Gallant (İsrail Savunma bakanı) hakkında tutuklama kararı vermesi için I numaralı Ön Yargılama Dairesi'ne başvurmuştur. Yukarıda belirttiğimiz gibi bir şüphelinin yargılanabilmesi için Mahkeme önüne şahsen çıkarılması gerekmektedir. Savcının bu kişiler hakkında yakalama kararı çıkarılmasını talep ederken başvurusu, üzerinde durulmaya değer nitelikler göstermektedir. Mahkeme yürüttüğü yargılamalarda daha önce de lider düzeyinde yakalama kararları çıkartmıştı. 2011 yılında Libya lideri Muammer Kaddafi için "insanlığa karşı suç işlemek" iddiasıyla Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El Beşir hakkında işkence ve zorla yerinden etmeye kadar farklı suçlamalarla 2009 ve 2010 yıllarında olmak üzere iki ayrı tutuklama emri çıkarmıştı. Yaklaşık bir yıl önce de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya Çocuk Hakları Komiseri Maria Lvova-Belova için tutuklama emri çıkarılmıştı. Ancak Netanyahu ve Gallant hakkında Savcı tarafından talep edilen tutuklama kararı kabul edilirse ilk kez başta ABD olmak üzere Batı'nın yakın müttefiki olarak görülen liderler hakkında yakalama kararı çıkmış olacaktır. Savcı, Mahkeme'nin Yargılama Öncesi Dairesi'ne sunduğu başvurusunda yönelttiği suçlamaların ve yakalama kararı talebinin dayanaklarını oluşturan kanıtların "hayatta kalanlar ve görgü tanıklarıyla yapılan görüşmeler, doğrulanmış video, fotoğraf ve ses materyalleri, uydu görüntüleri ve fail olduğu iddia edilen grubun ifadeleri" olarak belirtmiştir. Ayrıca başvurunun "bağımsız ve tarafsız bir araştırmanın sonucu" olduğunu, suçlayıcı ve aklayıcı delillerin eşit şekilde araştırılarak" değerlendirildiğini, "iddiaları gerçeklerden ayırarak ve delillere dayanarak" titizlikle hazırlandığını da vurgulamıştır. Ek bir önlem olarak bu tutuklama emri, başvurularıyla ilgili olarak delil incelemesi ve hukuki analizleri desteklemek üzere tarafsız bir grup olan uluslararası hukuk uzmanlarından oluşan bir panelin tavsiyelerinin de alındığını ifade etmiştir. Bütün bunların sonucunda Savcı'nın Netanyahu ve Gallant'a yönelttiği suçlamalar "savaş suçu olarak bir savaş yöntemi olarak sivillerin aç bırakılması", "kasten büyük acıya veya vücut veya sağlığa ciddi zarar verilmesi", "savaş suçu olarak zalimce muameleye neden olunması", "kasten öldürme" "savaş suçu olarak cinayet", "savaş suçu olarak sivil nüfusa yönelik saldırıları kasıtlı olarak yönlendirmek", "insanlığa karşı suç olarak, açlıktan kaynaklanan ölümler de dahil olmak üzere, imha ve/veya cinayet", "insanlığa karşı suç olarak zulüm ve diğer insanlık dışı eylemler" olarak sıralamıştır. İsrail'in hedeflemiş olabileceği askeri neticeler ne olursa olsun, İsrail'in Gazze'de bu hedeflere ulaşmak için seçtiği araçların ve yöntemlerin her birinin suç oluşturduğu vurgulanmıştır. Savcı, insanlığa karşı suçların İsrail devlet politikası uyarınca Filistinli sivil nüfusa yönelik yaygın ve sistematik bir saldırının parçası olarak işlendiğini, bu suçların günümüzde de devam ettiğini, bu eylemlerinin "açlığın bir savaş yöntemi olarak kullanılması" anlamına geldiğini ifade etmiştir. İsrail'in açlığı sistematik bir savaş aracı olarak kullanıldığına özel bir vurgu yapılmaktadır. Açlığın bir savaş yöntemi olarak kullanılmasının yanı sıra Gazze'deki sivil nüfusa yönelik diğer saldırılar ve toplu cezalandırmanın, etkileri "akut, görünür ve yaygın" olarak bilinen ve yerel ve uluslararası dahil olmak üzere Savcılık Ofisi'nin görüştüğü çok sayıda tıp doktoru ve diğer tanıklar tarafından da doğrulanan bir gerçeklik olarak vurgulanmıştır. Nitekim açlığın yetersiz beslenmeye, susuzluğa, derin acılara ve bebekler, diğer çocuklar ve kadınlar da dahil olmak üzere Filistin halkı arasında artan sayıda ölümlere yer açtığı belirtilmiştir. Yukarıda özetlenen hususlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde bazı olumlu ama aynı zamanda bazı olumsuz sayılabilecek hususlar ortaya çıkmaktadır. Olumlu hususlar olarak her şeyden önce İsrail Başbakanı ve Savunma Bakanı hakkında yakalama talebi ve bu talebin somut delilerle desteklenmiş ciddi suçlara dayandırılması önemli bir aşamaya işaret etmektedir. Bu bağlamda Savcı'nın "Eğer hukuku eşit şekilde uygulama kararlılığımızı göstermezsek, seçici bir şekilde uygulandığı görülürse, onun çökmesine zemin hazırlamış oluruz" vurgusu önem arz etmektedir. Savcı bu ifadesi ile esasen İsrail'e de hukukun uygulanması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu bağlamda Savcı'nın yaptığı diğer değerlendirmeler de geleceğe dair umut ışığı yakmaktadır. Hukuka uymayanların daha sonra Savcılık Ofisi harekete geçtiğinde şikâyetçi olmaya haklarının olmadığını ve uymayanlar için de hesap verme zamanının geldiğini vurgulaması dikkat çekmektedir. Savcı ayrıca yeterli deliller elde edildikçe tutuklama emri için yeni başvurularda bulunmaktan çekinmeyeceğini de vurguladığını görüyoruz. Ancak Savcı'nın başvurusunda hukukun etkili ve adil işletilmesi bağlamında eleştirilmesi gereken bazı hususlar da bulunmaktadır. Bu bağlamda dikkat çeken önemli hususlardan birisi Netanyahu ve Gallant'a atfedilen suçlar arasında "soykırım" suçlamasının bulunmamasıdır. Oysa açlığın sistematik olarak kullanılması ve sivillerin bu tarz sistematik olarak saldırılara hedef yapılması vurgulanmışken suçlamaları "insanlığa karşı suçlar" noktasında bırakıp soykırım ihtimalini dışarıda tutmak esaslı bir yaklaşım olmamıştır. Bu noktada Savcı'nın, İsrail'in saldırı ve uyguladığı diğer yöntemlerin amaçlarını "Hamas'ı ortadan kaldırmak", "Hamas'ın kaçırdığı rehinelerin geri dönüşünü sağlamak" ve "İsrail'e tehdit olarak algıladıkları Gazze'deki sivil nüfusu toplu olarak cezalandırmak" amaçları ile sınırlandırması oldukça yüzeysel bir yaklaşım olmuştur. Umulur ki ilerleyen aşamalarda yeni delillerle beraber İsrail'in amaçlarından birsinin de Filistinlileri "kısmen ya da tamamen yok etmek" olabileceği, yani soykırım suçlamasının da yapılması gerektiği ortaya çıkacak ve iddianamelere eklenecektir. Ancak esas sorun, hakkında yakalama kararları çıkması halinde Netanyahu ve Gallant'ın gerçekten yakalanıp Mahkeme'ye teslim edilmesi iradesinin gösterilip gösterilmeyeceğidir. Korkulan odur ki hakkında yakalama kararı çıkabilecek Filistinlilerin birileri tarafından Mahkeme'ye teslim edilebileceği ancak İsrailli liderlere dokunulmayacağı endişesidir. AB'ye üye bütün ülkelerin Mahkeme'nin kurucu antlaşmasını onayladıklarını ve Netanyahu, Gallant ve hakkında dava açılabilecek diğer İsrailli liderleri yakalama yükümlülükleri bulunduğunu hatırlamak gerekir. Buna rağmen bu ülkelerin dahi harekete geçip geçmeyecekleri kesinlikten oldukça uzaktır. Bu durum karşısında İsrail'in yaptığı insani kıyımdan rahatsızlık duyan ve uluslararası kamuoyunun çoğunluğunu oluşturan devletlerin bu kişileri yakalamak ve Mahkeme'ye teslim etmek için güçlü işbirlikleri oluşturmalarının büyük önem arz ettiğini vurgulamak gerekir.
[Sabah, 25 Mayıs 2024]