ABD'nin 6 Kasım 2012 seçimleri sonucuna dair tartışmaların başında dış politika gelmektedir. Seçimlerde kıyasıya bir yarışa devam eden Obama ve Romney her ne kadar seçim kampanyalarının merkezine Amerikan iç sorunlarını koymuşlarsa da son münazaralarından sonra dış politika gündemi işgal etti. ABD'nin seçimler sonrası Suriye politikasının yapısal bir değişime uğrayacağını kimse beklememektedir. ABD'nin Suriye politikası başından beri üç dinamiğin arasına sıkışmış durumdadır.
1) ABD Suriye politikası denilince tıpkı 2010'da olduğu gibi bir 'Rusya politikası' anlamaktadır. Ne Rusya 2010'da İran nükleer meselesindeki gibi 'ne talep ettiğini' söylemektedir ne de ABD Rusya ile bir 'pazarlığa' oturmayı henüz düşünmektedir. Rusya II. Dünya Savaşı sonrası oluşan BM düzeninin sağladığı "Güvenlik Konseyi" imtiyazını kullanarak Suriye krizine müdahil olmaktadır. Bu Rusya'nın hem doğrudan bedel ödememesine hem de küresel ve bölgesel aktörlerle "çarpık BMGK düzeni" üzerinden muhatap olmasına yol açmaktadır. ABD, Rusya'nın geçtiğimiz 20 yıl boyunca gerek Balkanlar'da gerek Kafkasya'da bir silaha dönüştürdüğü "veto gücüyle" karşı karşıya gelmek istememektedir. Bu hem ABD'nin "tek başına" hareket etmesine (veya Suriye'de olduğu gibi harekete geçmemesine) "Rusya eliyle sağlanan bir meşruiyete dönüşmekte" hem de "BM ve BMGK'nın çarpık yapısına" müdahale ihtiyacını tehir etmeye yaramaktadır.
2) ABD, 11 Eylül sonrası "Amerikan müesses nizamının" taşımakta zorlanacağı "neocon müdahaleler" savrulmasının ardından aldığı yapısal bir kararla "savunma ve dış politika" yoğunlaşmasını "Asya-Pasifik ve Hint-Pasifik" bölgesine yöneltmiş durumdadır. Hillary Clinton tarafından "Amerika'nın Pasifik Yüzyılı" denilen ve Çin'in "baş rakip" olarak kodlandığı bu yeni siyasete "Çin'in nasıl bir cevap vereceği tartışılırken" Arap isyanları ABD'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya dair yapısal kararlar almasını engelledi. Ayrıca "Pasifik Yüzyılının" nasıl finanse edileceği de ayrı bir sorun olarak ABD yönetiminin önünde durmaktadır. Bütün bu gelişmelere rağmen ABD altyapısını yıllardır hazırladığı ve fiili adımlarını da attığı "Asya eksen kaymasını" hayata geçirmekte kararlı gözükmektedir. Bunun Asya için anlamı olduğu kadar Ortadoğu için de sonuçları olacaktır. İlk yansımalarından birisi olarak ABD'nin Suriye politikası(zlığı)nı söyleyebiliriz.
3) ABD Suriye politikasızlığının bir diğer temel sebebi ise 'Arap İsyanları' sonrasında Ortadoğu ve Kuzey Afrika politikalarına dair içine düştüğü kararsızlıktır. Bu kararsızlık bir taraftan ABD'nin 'Pasifik Yüzyılı' stratejisiyle diğer yandan ise bölgede yıllardır alıştığı kukla yönetimlerin teker teker yıkılarak oluşturduğu boşluktan kaynaklanmaktadır. ABD yeni aktörlerle 'konuşmanın' ötesine geçecek şekilde 'stratejik bir ilişki' geliştirmeyi beceremediği sürece 'ABD'nin Ortadoğu belirsizliği' devam edecektir. Buna karşın bölgede İran ile gerilim, Maliki yönetimi ve Suud ile sürdürdüğü 'stratejik ilişki' aynı yoğunlukta devam ettiği sürece de 'Yeni Ortadoğu' da kurucu aktör rolünü üslenmesi mümkün olmayacaktır. Bu tabloya İsrail'de Netenyahu'nun ABD'de Obama'nın iktidara gelmesiyle tıkanan İsrail politikasını ekleyebiliriz. Ya da İsrail'de Netenyahu, ABD'de neocon rüzgârları estirecek Romney'nin iktidara gelmesiyle oluşacak İsrail politikası ve Arap baharı atmosferini ekleyebiliriz.
ABD'nin Suriye politikasının içine düştüğü kararsızlığın son örneği 20 ay sonunda Amerikan yönetiminin dönüp dolaşıp İran, Rusya ve Baas rejiminin "el-Kaide tezine" sarılması olmuştur. 22 milyonluk Suriye'de milyonların ayağa kalmasıyla gerçekleşen "isyanı"nın, sayıları yüzleri bile bulmayan "el-Kaide tarafından yönetildiğini" iddia etmek eğer ciddiyetsizlik değilse; Suriye'de "de facto durum" devam etsin demenin başka bir ifadesidir. ABD böylece BMGK'de pasif engelleyici rolü oynarken sahada Suriye dışında yıllar sonra bin bir zorlukla örgütlenmiş olan muhalefeti de zora sokacak bir adım atmış oldu. Kaldı ki Suriye içindeki bir risk olan el-Kaide'nin Suriye dışındaki sivil muhalefet unsurlarının yeni bir yönetime kavuşturulmasıyla bir ünsiyeti de bulunmamaktadır. ABD son adımı ile Suriye meselesinde günü kurtararak süreçte etkin rol oynadığı algısını oluşturma hedefi güden riskli bir siyasi adım atmıştır. Yukarıdaki üç dinamik ABD'nin Suriye politikasının statik kalacağı anlamına gelmemektedir. Suriye'deki sürece adapte olmaya çalışan bir ABD politikasını görmeye devam edeceğiz. Ama bu politika devrimci kırılmalara gebe değildir!