Avrupa’da son zamanlarda Fransa’nın, İspanya’dan Polonya’ya ve güneyde İtalya’ya kadar uzanan bir “Katolik Haç” oluşturma girişimi ve buna karşılık Almanya’nın İngiltere ve İskandinav ülkeleriyle birlikte bir “Protestan Eksen” inşa etmeye çalıştığı gözden kaçmamaktadır. Yunanistan önderliğindeki Ortodoks ülkeler ise yeni bir “Ortodoks Hat” ile birlikte bu yeni bloklaşma içerisinde kendi pozisyonlarını güçlendirmeye ve “büyük ağabey” Rusya’nın da desteğini almaya çalışarak Batı Avrupa’ya karşı kendilerini korumaya çalışmaktadırlar.
Bu satırlardaki Avrupa analizi herhalde herkes için çok şaşırtıcı olmuştur. Bugünün Avrupa’sında mezhep merkezli bir kutuplaşmadan bahsetmek çok anlamsızdır, çünkü Avrupa geçmişindeki çok kanlı mezhep savaşlarından ders çıkarmayı bilmiş ve mezhepsel farklılıkların bir daha çatışmaya dönüşmemesi için önleyici mekanizmalar inşa etmiştir. Bu mekanizmanın ana gövdesini Avrupa Birliği adını verdikleri entegrasyon oluştururken, her yıl Avrupa halklarının çeşitli katmanları arasında gerçekleştirilen yoğun siyasi, ekonomik, kültürel temaslar aralarındaki barışın garantisini oluşturmaktadır. Avrupalı siyasilerin, akademisyenlerin, çalışma yaşamının aktörlerinin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının arasındaki yoğun etkileşim Avrupa devletleri arasındaki sorunların kolayca çatışmaya dönüşmesini önlemektedir. Çünkü inşa ettikleri ortaklıklar, çatışma durumunda kaybetmeyi göze alamayacakları değerler üretmiştir ve kurdukları diyalog platformları sorunların çözümünde etkili olmaktadır.
Şİİ-SÜNNİ KAMPLAŞMASI
Peki, Ortadoğu’da durum nedir? Ortadoğu halkları neden Avrupalılar gibi yaşadıkları savaş ve çatışmalardan ders çıkarmıyorlar? Bugün Ortadoğu’da mezhep temelli bir ayrışma ve çatışma olduğuna dair yapılan yorumların anlamı nedir? Neden İran’ın inşa etmeye çalıştığı “Şii Hilali”ne karşı Suudi Arabistan ve Türkiye’nin bir “Sünni İttifak” oluşturması zorunluluğundan ve hatta Mısır’ı da bu ittifaka katmaları gerektiğinden bahsediliyor? Ankara’nın böyle bir “Sünni İttifak”a dahil olması gerçekten Ortadoğu sorunlarına çözüm getirecek mi, ya da Türkiye’nin çıkarları açısından en uygun politika mıdır? Tahran’ın bölgedeki Şii nüfusun olduğu ülkelerdeki etkinliğini artırması gerçekten sürdürülebilir bir durum mudur, yoksa İran’ı altından kalkamayacağı maceralara mı sürüklemektedir? Bütün bu “Şii Hilal’e karşı Sünni Blok” tartışmaları Ortadoğu halklarına fayda mı yoksa zarar mı getirmektedir? Ortadoğu halkları bu kavgaların kaybedeni ise kazanan kimdir? Neden Ortadoğu’daki bölgesel aktörlerin ve bu bölgede etkili olmaya çalışan küresel aktörlerin bölgeye ilişkin amaçları ve bu amaçlara ulaşmak için izledikleri politikalar konusunda kafa karışıklığına yol açan yorum ve haberler havada uçuşuyor?
Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler hakkında çok farklı yorumlar yapılıyor. Herkes bölgedeki gelişmelerin arka planını öğrenmek istiyor. Ancak bu öğrenme arzusuyla konu hakkında bilgi edinmek isteyenler Ortadoğu çatışmaları hakkında o kadar çelişkili bilgi ve analizlerle karşılaşıyorlar ki, okunan her yeni yazı genellikle kafaların daha fazla karışmasına yol açıyor. Örneğin El-Kaide veya IŞİD ile ilgili dünyanın önemli gazete ve dergilerinde yapılan değişik dönemlerdeki haberlerde, Suudi Arabistan’ın, ABD’nin, Türkiye’nin ve İran’ın bu örgütleri desteklediklerine dair yorumlara rastlamak mümkündür. Yine aynı şekilde Ortadoğu bölgesindeki sorunların temelinde kimilerine göre İran’ın, kimilerine göre ise Suudi Arabistan’ın müdahaleci politikaları yatmaktadır. Benzer şekilde bazı yorum ve haberler ABD’nin ve İsrail’in yayılmacı politikalarını Ortadoğu çatışmalarının asıl nedeni olarak gösterirken, bazıları da aynı suçlamaları Türkiye’ye yöneltmektedir. Hatta son dönemlerde Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi “bölgesel güç” olarak tanımlanamayacak ülkelerin de müdahaleci politikalarını ve bu politikaların Ortadoğu sorunlarıyla ilişkisini öne çıkaran haber ve analizlerle karşılaşılmaktadır.
'ORTADOĞU BİRLİĞİ'
Çoğu zaman birbiriyle tamamen zıt yargılar içeren bu tür haber ve yorumların Ortadoğu’da gerçekte ne olup bittiğini öğrenmek isteyen okuyucularda ciddi bir kafa karışıklığına yol açtığı kesindir. Kimi durumlarda, bu kafa karışıklığının oluşması bu tür bilgi ve analizleri üretenlerin de doğrudan amaçladıkları şeydir. Yanlış bilgilendirme üzerinden yapılan manipülatif algı inşasının bir silah olarak kullanılması dünyada yeni uygulanan bir yöntem değildir. Burada altı çizilmesi gereken husus, bazı aktörlerin hedeflerindeki kitlelerin algılarına yönelik bu manipülasyonu çok bilinci ve sonuç odaklı yaptığı, bazılarının ise bu yanlış algı oluşturma çabasına çoğu zaman farkında olmadan katkıda bulunduğudur.
Bilinçli olarak Ortadoğu halkları ve siyasetçileri arasında olumsuz algı oluşturmak isteyen kesimlerin amacının ne olduğu çok fazla açıklamaya ihtiyaç duyulmayan bir konudur. Bölgede Türkiye ile İran, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkeler arasında Avrupa’dakine benzer şekilde bir entegrasyonun kurulmasının kendi çıkarları açısından olumsuz sonuçları olacağını düşünen ABD ve İsrail gibi aktörler bölge ülkeleri arasında olumsuz algıları inşa ederek ya da körükleyerek işbirliği ve entegrasyon yönünde atılabilecek adımları engellemeye çalışmaktadırlar. Bunların dışında, bölge ülkeleri içerisindeki, kendi etnik ve/ya mezhepsel kimliklerini her şeyin üzerinde gören bazı yerel aktörler, başka kimlikleri bastırmayı kendilerine temel hedef seçtiklerinden dolayı “öteki” olarak tanımladıkları kesimlere karşı bilinçli bir şekilde olumsuz algı oluşturma çabası içerisindedirler. Bu kesimlerin aynı çaba içerisinde olan bölge dışı aktörlerden farkı, inşa ettikleri bu karşılıklı olumsuz algıların doğurduğu çatışma ortamından en fazla zarar gören aktörler olmalarına rağmen bu tutumlarını devam ettirmeleridir. Kendi etnik/mezhepsel kimliğini en üst olarak görüp başkalarına dayatmanın karşı tarafın kendi etnik/mezhepsel kimliğine daha fazla sarılmasına ve aynı dayatmacı politikalara sürüklenmesine yol açtığı sayısız defa tecrübe edilen bir gerçektir. Bu şekilde karşılıklı dayatmalar ve reaksiyonlarla oluşan kısır döngü çerçevesinde Ortadoğu bölgesinin bir bütün olarak ve ayrıca ülkelerin kendi içlerinde çatışmalara sürüklendiği görülmektedir.
Ortadoğu halkları arasındaki olumsuz algı inşasına farkında olmadan katkıda bulunan kesimlere gelince, bu kesimlere mensup kimselerin genellikle yukarıda zikredilen manipülatif algı çalışmalarından etkilenmek suretiyle, bu etki altında oradan edindikleri yanlış bilgi ve analizleri yeniden üretmek yoluyla olumsuz algıya hizmet ettikleri görülmektedir. Tahran’da “ABD’nin isteğiyle Kürecik’e İsrail’i korumak üzere füze kalkanı yerleştiren, Suriye’deki uluslararası komploya destek olan Türkiye’ye ve benzer politikaları uzun zamandır uygulayan Suudi Arabistan’a karşı mücadele etmemiz yanlış mı?”, Riyad’da “Arap ülkeleri yönetimleri için tehdit oluşturan Müslüman Kardeşler’i destekleyen Türkiye’ye ve Şii yayılmacılığı politikasıyla bütün Ortadoğu’yu tehdit eden İran’a karşı tedbir almamız yanlış mı?” ve Ankara’da “Esed yönetiminin katliamlarını destekleyen, Irak’ta Şiici bir politika izleyen İran’la ve Mısır’daki darbeci Sisi yönetimini destekleyen Suudi Arabistan’la nasıl işbirliği yapacağız?” soruları bu kesimlerin karşılıklı olumsuz algılarını şekillendiren ikinci faktördür.
ANKARA-TAHRAN-RİYAD
Peki, bütün bu soruların sorulması haklı mıdır? Yoksa bu soruların gerçekten bir karşılığının olup olmadığı nereden bakıldığına göre değişmekte midir? Bu soruları Ankara’da soranlar ile Tahran’da ve Riyad’da soranlar yukarıda değinilen manipülatif olarak inşa edilmiş algılardan ne kadar arınmıştırlar?
Gerçek şu ki, Tahran’da çok mantıklı olduğu düşünülerek sorulan sorular Ankara ve Riyad’da anlamsız olarak görülmekte, Ankara’da sorulanlar Tahran ve Riyad’da ve Riyad’da sorulanlar Ankara ve Tahran’da karşılık bulmamaktadır. Bu durumda her üç ülkedeki siyasetçilerin ve kanaat önderlerinin kendi kaygılarının diğer ülkelerde neden anlaşılmadığını sorgulama vakti gelmedi mi?
Yoksa Avrupalılar gibi çatışmayı terk edip işbirliği temelli bir barış havzası oluşturmak için, İkinci Dünya Savaşı gibi bir felaketi mi yaşamamız gerekiyor. Suriye, Irak ve Libya’da ölen yüzbinlerce insanın sayısı yeterli değil mi hala. Ortadoğu halkları olarak, mevcut çatışmalar üzerinden olumsuz algıları iyice besleyip felaketin daha da büyümesini ve yangının Türkiye, İran ve Suudi Arabistan’a yayılmasını mı bekliyoruz. Böyle bir yangının getireceği felaketlerin boyutu düşünüldüğünde, artık çatışmaları daha fazla büyütecek söylemleri terk edip, sorunların ortadan kaldırılmasını kolaylaştıracak işbirliği söylemini öne çıkarmalıyız. Avrupalılar bunu başardılar, Ortadoğu’da başarabilir. Ortadoğu’nun işi daha zor, çünkü işbirliği arayışında Avrupa destek görmüştü, Ortadoğu ise engellerle karşılaşıyor. Bu yüzden Ortadoğu halkları daha kararlı çalışmak zorundadır. Bu konuda atılması gereken en önemli adım ise, karşılıklı olumsuz algı inşa çabalarına karşı dikkatli olmaktır.
[Star Açık Görüş, 22 Mart 2015]