Prusyalı ünlü general ve teorisyen Carl von Clausewitz’in “Savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” şeklindeki tanımı çok bilinir.
Aynı ifade kısmen değiştirilerek terörizm için de kullanılabilir mi?
Devletler ve devlet dışı aktörler terörizmi dış politikanın bir aracı olarak kullanıyorlar mı?
Terörist eylemler bütün ülkelerde aynı tepki ve infiale yol açıyor mu? Yoksa başka ülkelerin maruz kaldığı terör olayları bazı devletlerde olumlu gelişmeler olarak mı değerlendiriliyor? Bazı devletler başka ülkelerdeki birtakım terör örgütlerini ve onların sivil insanları da hedef alan kanlı eylemlerini destekliyor olabilirler mi?
Terörün ne kadar büyük bir suç olduğu ve insanlığı her geçen gün daha fazla tehdit ettiği düşünüldüğünde, herkesin teröre karşı tek yürek olması ve iş birliği yapması gerekir. Ancak uluslararası ilişkilerin tarihi ve gerçekleri bize gösteriyor ki, devletler birbirlerine karşı terörist örgütleri de dış politika aracı olarak kullanabiliyorlar.
Aslında terörün dış politika aracı olarak kullanılması, uluslararası hukuk açısından savaşta kitle imha silahları kullanılması gibi büyük suçlardan biridir. Yani savaşın da bir hukuku olduğu gibi, devletlerin birbirlerine karşı izledikleri dış politikada kullanacakları araçların da bir sınırı ve hukuku vardır. Uluslararası hukuk terörizmi ve teröristlere yardım etmeyi açık bir şekilde yasaklıyor. Ancak buna rağmen birçok devletin terörist örgütlere destek veren politikalar izlediği ve kendi çıkarları doğrultusunda bu örgütleri yönlendirdiği görülüyor. Bu politikaların kamufle edilmesi için çoğu zaman başvurulan yol ise, desteklenen örgütün terörist olmadığı yönünde açıklama girişimleridir.
Buna örnek olarak ABD’nin PYD/YPG’ye olan desteği gösterilebilir. Türkiye’nin aksi yöndeki iddialarına rağmen Washington yönetimi, PKK’nın Suriye kolu olduğu açık olan bu örgüte destek vermeye devam ediyor. ABD’nin, PKK’yı terörist bir örgüt olarak tanımlamasına rağmen PYD’yi silahlandırması ve onun Suriye’nin kuzeyinde fiili bir devlet kurmasına yönelik desteği, uluslararası hukuka ve özellikle de Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) çerçevesindeki karşılıklı yükümlülüklere aykırı. Çünkü Amerikalı üst düzey yetkililerin de değişik toplantılarda itiraf ettikleri PKK-PYD bağlantısından dolayı, Washington yönetiminin PYD’ye verdiği silahlar daha sonra PKK saldırılarında Türkiye’nin karşısına çıkıyor.
ABD’nin PYD/PKK üzerinden terörizme bu açık desteği bir savunma örgütü olarak kurulan ve Soğuk Savaş sorasında, karşı durulması gereken en büyük tehdidi uluslararası terörizm olarak tanımlayan NATO’yu Türkiye açısından anlamsız hâle getiriyor. Bu örgütü domine eden ABD’nin, “müttefik”lerinden biri olan Türkiye’ye terörizmle mücadelesinde destek vermesi gerekirken, teröristlere destek vermesi Türkiye’yi alternatif güvenlik ortakları aramaya itebilir. Amerikan seçimleri sonrasında da Washington’un bu teröristlerden yana tercihi devam ederse, Ankara’nın ABD ve Batı ile güvenlik ilişkilerinde köklü bir revizyona ihtiyacı olabilir.
Amerikan yönetiminin, Türkiye’nin güvenliği için PKK kadar tehdit oluşturan bir başka terör örgütü olan FETÖ/PDY konusundaki tavrı da Ankara’nın bundan sonraki güvenlik politikası tercihlerinde belirleyici olacaktır.
ORTA DOĞU KONGRESİ
Sakarya Üniversitesi önemli bir kongreye ev sahipliği yapıyor. Orta Doğu Enstitüsü tarafından düzenlenen “Orta Doğu’da Siyaset ve Toplum Kongresi”ne çeşitli Orta Doğu ülkelerinden üst düzey siyasetçiler ve dünyanın her yerinden Orta Doğu'da çalışan çok sayıda akademisyen katılıyor. Açılış konuşmacısı Tunus eski Dışişleri Bakanı Refik Abdusselam olan kongrede, Irak eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi, Libya eski Başbakan Yardımcısı Awad el-Barasi ile Mısır ve Suriye’den eski bakanlar da konuşmacı olarak yer alıyorlar.Salı günü başlayan ve perşembe günü akşamına kadar devam edecek olan kongrede 130 akademisyen Orta Doğu ile ilgili değişik konularda sunum yapıyorlar. Türkiye’de Orta Doğu’nun tanınmasına ve daha iyi anlaşılmasına hizmet edecek kongrenin başarılı olmasını diliyorum.
[Türkiye, 12 Ekim 2016].