Yunanistan seçimleri elbette kulak kabarttığım bir hadiseydi. Seçimler, Yunanistan'da giderek derinleşen kriz, Yunanistan'ın Almanya ve Avrupa Birliği ile ilişkileri, Yunanistan'ın Türkiye politikası vs. bağlamında benim için de ilgi çekiciydi.
Ama ne yalan söyleyeyim, bu seçimden böyle bir sonuç beklemiyordum. Yanlış anlaşılmasın, Syriza'ya şans vermiyor değildim. Nihayetinde geçen sene AB Parlamento seçimlerinden birinci çıktı Syriza. Bu seçimden de pekala birinci çıkabilirdi ve çıktı.
Bunda şaşılacak bir şey yok. Sadece nedenleri ve sonuçları hakkında analiz yapabilir, tartışabiliriz. Nitekim SETA dış politika araştırmacısı Mehmet Uğur Ekinci seçimler üzerine iyi bir analiz yaptı. (Merak edenler Ekinci'nin analizine şu adresten ulaşabilir: http://setav.org/tr/5-soru- yunanistanin-yol-ayrimi/ yorum/18090 )
***
Yunanistan seçimleriyle ilgili bende şaşkınlık yaratan husus, bu seçimlerin Türkiye siyasetine getirdiği hareketlilik oldu. Daha doğrusu heyecan fırtınası.
Elbette her yeni durum bir heyecan uyandırır. Merak ve umutla karışık bir heyecan. Fakat ortada daha fazlası vardı. Söz konusu olan, "radikal solun zaferi" idi.
Bir düşünün bu manşet en son ne zaman atılmıştı. Yıllardır "muhafazakârların zaferi" konuşuluyordu. Solun, hem de radikal solun zaferi...
Türkiye'de kendisinde soldan bir kırıntı bulan herkes heyecanlandı. Umutla doldu. Hele hele kendisini solun asli temsilcisi sayan sosyalist abi ve ablalar artık yeni bir çağa uyandığımız hissiyatıyla dolup taştılar.
Mesela HDP Milletvekili Pervin Buldan, "Yunanistan'da esen Syriza rüzgârı Türkiye'de HDP'yi fırtınaya çevirecek" diye tepki verdi. Selami İnce, "Ve Syriza kazandı ve Gezi kazandı ve Kobane kazandı" diye yazdı. Bir başka mesajında "1947'de komünistlerin safında Yunan iç savaşına katılan Mihri Belli'nin mezarına gidip Kapetan Kemal biz kazandık diyeceğim" diye ilan etti.
CHP'nin solcu vekili Sezgin Tanrıkulu "Ege'nin öte yakasında halk bugün eşitliği ve özgürlüğü haykırıyor. Solcular ve demokratlar için bu daha başlangıç mücadeleye devam" diyerek coşturdu takipçilerini. Türkiye medyasının yeni solcu ankorwomanı Şirin Payzın ise "Yunanistan'daki seçimin sonucu herkese, dünyaya bir tutam nefes mutluluk ve ümit olmadı mı?" diye sordu.
Araya giren bir başka solcu muhteremse "dinozor siyasetçi devri kapanıyor. Sırada Türkiye var. Sırada Gökçe Fırat var" mesajı verdi. (Gökçe Beyi, Türk Solu dergisinden hatırlarsınız, son olarak Zaman gazetesi bahçesinde görülmüştü.) Fakat ne olursa olsun en anlamlı mesajlardan biri Selahattin Demirtaş'tan geldi. Syriza liderine "kardeşim" diye seslendi ve "yoksullar için, emekçiler için özgür bir dünyaya doğru yolun açık olsun" dileklerini iletti.
***
Bütün bunlara siyasetbilim literatüründe ne denir bilmiyorum. Ama düpedüz romantizm bu. Türkiye solunun -Türküyle, Kürdüyle- en önemli açmazı bu. Romantizm kavramının sıcaklığına da aldanmamak lazım. Gerçekliği abartılı bir tarzda algılama hali, tarihten, toplumdan, kültürden uzak devrim hülyalarıyla birleştiğinde çok yıkıcı sonuçlar doğurabiliyor. Ki Türkiye tarihi bunun örnekleriyle dolu.
Komşuda pişer bize de düşer psikolojisini yalın bir "enternasyonalizm"le anlama imkânımız da yok. Türk solunun da Kürt solunun da "milliyetçiliği" buna engel. Önce milliyetçi, sonra solcular. Ama öyle bir milliyetçilik ki bu, onları, içinde yaşadıkları toplumun değerlerinden korkmaktan alıkoyamıyor.
Syriza, çok ciddi bir ekonomik krizle boğuşan, perişan olmuş bir topluma bir ümit vaat etti. Toplumun ihtiyaçlarına seslendi. Kendi "kimlik siyaseti"ni toplumun ihtiyaçlarının önüne koymadı. Bundan sonraki performansı, vaat ettiklerini ne kadar yerine getireceği ile ilgili. Ne denli radikal sol kimlik siyaseti yapacağı ile değil.
[Sabah, 29 Ocak 2015]