Bu hallere düştünüz çünkü, şeytanın en sevdiği günahı işlediniz. Kibre saplandınız. Kendinizi, üstün gördünüz. Böbürlendiniz. Sizin dışınızdakileri ayıplı, kusurlu saydınız. Kendinizi ayrıştırdınız, Müslümanların arasına karışmadınız. İçinden konuştuğunuzu iddia ettiğiniz Sünni İslam'ın kodlarıyla oynadınız. Kendinizi "seçilmiş" gördünüz.
Bütün bunları "grup aidiyeti", "cemaat bilinci" vb. süslü kavramlar eşliğinde geçiştirebilirdik. Sosyoloji çalışmalarının nesnesi olarak kalabilirdiniz. Çok sevilmezdiniz belki. Ama emin olun, kimse size ilişmezdi. Devletin dini grupları baskılamadığı, radikal laiklik politikalarını bir kenara bıraktığı bir ülkede nasıl olursa öyle olurdu. Ama siz bir oyun başlattınız. Bir iktidar oyunu. Bu oyunu, açık ve meşru kanallar aracılığıyla da oynamadınız.
Siyaset oyununa dahil olmadınız, siyaseti emrinize amade kılmaya çalıştınız. Belki yıllarca siyaseti şeytan işi diye küçümsediğinizden. Belki risk almak istemediğinizden. Ama iktidar oyununu bu memlekette tankla tüfekle oynayanların bile beceremediği bir işi becermeye kalktınız. Kestirmeden muktedir olmaya çalıştınız. Olmadı. Sorumluluk üstlenmeden, kendi çözüm önerilerinizi mevcut hükümet uygulasın istediniz.
Adamlarınızı en tepe noktalara getirmek için türlü dolaplar çevirdiniz. Kendinizi dev aynasında gördünüz. Tedbiri de koyverdiniz. Oysa evlerinizden birer birer, beşer dakika arayla çıktığınız günler çok da uzak değildi. Demirel'den, Özal'dan randevu almak için aylarca beklediğiniz günler. 1000 dolar bağışlayan himmetçinin baştacı edildiği günler.
Evet, bir oyuna kalkıştınız. Bir kalkışma başlattınız. Ne adına yaptınız peki? "İslam adına", değil mi? Bu kalkışma esnasında insanları Kuran ayetleriyle motive ettiniz. "Allah, hükmünü yerine getirecek ve yine Kur'ân'ın dediği olacaktır: 'Âkıbet, müttakîlerindir. Âkıbet, takvânındır.'" Suriyeli Türkmenlere giden yardım TIR'larını Müslümanlar adına mı durdurdunuz? Türkiye'yi el-Kaide'yle bağlantılı göstererek Batı kamuoyuna şikâyet etme gerekçeniz neydi peki? Dışişleri Bakanlığı'ndaki mahrem toplantıyı dinlemekteki maksadınızın ümmetin maslahatıyla ilişkisi konusu hâlâ aydınlatılmayı bekliyor.
MİT'i de İslam Davası namına mı ele geçirmek istediniz? Hakkınızı yemeyelim, MİT'i ele geçiremediniz ama 7 Şubat 2012'den bu yana muhteşem mitler ürettiniz. Türkiye siyasetinin İran tehdidi altında olduğunu söylediniz. Muta nikâhı gibi saçma sapan bir mevzuyu gündem yaptınız. Sempozyumunu bile düzenlediniz! Devletin başbakanına "örgüt lideri" ithamında bulundunuz. Daha neler, neler...
Ben bu yazıyı yazıyorken takvim 17 Aralık'ı gösteriyor. Tam bir yıl önce, "yolsuzluk ve rüşvet operasyonu" adı altında meşru hükümete darbe yapılmaya kalkışıldı. Kendisini "dini bir camia" olarak yansıtan bir yapının bu darbeyi nasıl sahiplendiğini gördük. Giderek nasıl radikalleştiklerini, hırçınlaştıklarını. Gezi'de en azından "mesele ağaç değil, sen hâlâ anlamadın mı" diyebildiler. Burada bu dürüstlüğü bile gösteremediler. "Mesele yolsuzluk değil, sen hâlâ anlamadın mı" cümlesini kuramadılar. Mesele, yolsuzluk değildi. Öyle olsaydı, şu anda birlikte hareket ettikleri bir Bakan'ın birçok dosyasını ayırıp kenara koymazlardı.
Bugün, birçok farklı yerde, üniversite, thinktank ve televizyonlarda toplantılar düzenlenecek, bir muhasebe yapılacak. Bu bir yılda yaşananlara toplu halde bakılacak. Karşı karşıya kalınan tehdidin nemenem bir tehdit olduğu çok daha net biçimde resmedilecek. Ve bir hareketin kendi sonunu nasıl hazırladığı da...
[Sabah, 18 Aralık 2014]