2003 yılındaki müdahalenin ardından Amerikalılar ve müttefikleri Irak savaşını kazandıklarından çok emindiler. Zafer sarhoşluğu içerisinde bölgedeki diğer ülkeleri de tehdit ediyorlar ve onlara da kendi istekleri doğrultusunda çekidüzen vereceklerini söylüyorlardı.
Tehdit ettikleri ülkelerden biri de Türkiye idi. Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, 1 Mart Tezkeresiyle savaşa destek vermeme yolunu seçen Ankara’yı İncirlik üssünü kapatmakla tehdit ederken, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimini de “kendisinden beklenen liderliği” üstlenememekle eleştiriyordu. Beklentisi, ordunun TBMM’nin tezkeresine rağmen ABD’nin Türkiye üzerinden Irak’a cephe açmasını sağlamasıydı.
Böylesine zaferinden emin olan ABD’nin işgal sonrasında Irak’ta yaşadığı sorunları ve ülkenin nasıl bir kaosa sürüklendiğini biliyoruz. Yaşanan çatışmalarda yüz binlerce Iraklı sivil ölürken, yaklaşık 4.500 Amerikan askeri hayatını kaybetti. Ebu Gureyb ve Blackwater skandalları ABD’nin insan hakları karnesine kara bir leke olarak işlenirken, ABD kaynaklı bu baskı ve katliamlardan beslenen El-Kaide ve DEAŞ’ın estirdiği terörist rüzgârlar Irak’ı felaketin eşiğine sürükledi.
ABD ve İran nüfuzu arasında sıkışan Irak iç savaş benzeri çatışmaların ardından Haydar el Abadi’nin başbakan olmasının ardından bu iki dış aktörün üstü örtülü anlaşmasının sonucu olarak istikrar yolunda sınırlı adımlar atsa da, bu defa Barzani yönetiminin bağımsızlık konusunda ısrarı yüzünden yeni bir çatışmaya sürüklendi.
Zengin petrol rezervlerine sahip ülke üzerinde ABD ve İran gibi dış aktörlerin süren nüfuz mücadelesi Irak’ın istikrara kavuşmasının önünde en büyük engel olarak duruyor. Enerji kaynakları açısından bu kadar zengin olan ülkenin Basra kentinde halkın elektrik kesintisi nedeniyle isyan etmesi Washington ve Tahran arasında sıkışan ülkenin nasıl bir yönetilemezlik sorunu yaşadığını gösteriyor. Dün Amerikan yönetimini protesto edip İran’a yaslanan kitleler bugün İran’ın Irak’taki nüfuzuna karşı ayaklanabiliyor.
Kısacası Irak’ın bugünkü durumu ne bir ara Irak’ta asıl kazanan olarak ilan edilen İran’ın ne de 2013’te zafer kazandığını zanneden ABD’nin isteklerini yansıtıyor. Aksine Irak her iki ülkeye ve bütün Orta Doğu’ya maliyet üretmeye devam ediyor.
Suriye’nin de Irak’a benzer bir yoldan geçtiği görülüyor. Yedi yıldır süren iç savaşta şimdi üstün pozisyona geçmiş olan Rusya-İran-Esad blokunun kendilerini zafer sarhoşluğuna kaptırmamaları gerekiyor. Zira henüz Suriye’nin tamamını kontrol edemediler ve bundan sonraki sürecin onları doğrudan Türkiye, ABD ve İsrail ile karşı karşıya getirme riski yükseldi. Ayrıca şehirleri yerle bir ederek ele geçirmelerinin maliyetini de giderek artan oranda hissetmeye başlayacaklar. Bu bombalamalarda yakınlarını kaybeden, yaralanan ya da yerinden edilen milyonlarca insanın öfkesini küçümsememeleri gerekiyor.
Suriye’deki bütün cepheleri kazansalar bile, bu kadar çok insanın acıları üzerine inşa ettikleri düzenlerini sürdürmeleri ve ülkede istikrarlı bir yönetim kurmalarının mümkün olmayacağını Irak tecrübesi açık bir şekilde gösteriyor. Suriye üzerinde nüfuz sahibi olmak isteyecek, bu ülkeyi Rusya ve İran’a terk etmeye razı olmayacak başka bölgesel ve küresel aktörler için milyonlarca insanın bu öfkesi ve onun sebep olacağı radikalizm, ülkeye değişik yollarla müdahalenin kullanışlı bir aracı olacaktır. Dışlanmış, mutsuz ve öfkeli kitleleri Suriye’de Rusya ve İran’ın kuracağı baskı rejimine karşı harekete geçirme konusunda zorlanmayacaklardır.
Bu yüzden Rusya ve İran’ın, İdlib’de yeni bir katliam hazırlığı yapmak yerine bütün tarafların kabul edeceği bir çözüme yanaşmaları hem Suriye hem de kendileri açısından en doğru yol olarak görülüyor. Bu konuda Türkiye’nin kendileriyle birlikte barışçı bir çözümün yollarını aramak için diplomasi masasında kalmaya devam etmesi Moskova ve Tahran için ciddi bir fırsattır.
Türkiye ve Ankara’nın sürece dâhil etmek istediği Almanya ve Fransa ile İdlib sorununun çözümüne dair iş birliği yapmaları Rusya ve İran’a, Suriye’de daha sonra karşı karşıya kalacakları kaosun önlenmesi konusunda yardımcı olacaktır.
Böyle bir iş birliğine yanaşmayıp İdlib’i de Halep ve Doğu Guta gibi yerle bir ederek ele geçirme yolunu seçerlerse, savaş sonrasında karşılaşacakları sorunlar savaş sırasında yaşayacaklarından çok daha büyük olacaktır.
Irak’ta yaşanan acı tecrübe bunu gösteriyor ve kitlesel bir şekilde insanları katlederek Orta Doğu’da kendi düzenini kurabileceğini zanneden herkesi uyarıyor.
[Türkiye, 15 Eylül 2018].