Türkiye, bir haftayı aşkın süredir, daha önce tanıklık etmediği ve bu nedenle de teşhis etmekte zorlandığı bir eylem türüyle karşı karşıya. Taksim Gezi Parkı’ndaki düzenlemeye yönelik protestoyla başlayan olaylar, polisin aşırı şiddeti ve hükümetin yanlış teşhisinden beslenerek, kısa süre içinde, ülkenin dört bir yanına yayıldı. Başlarda çevre duyarlılığı üzerinden mobilize olan eylemciler, bir süre sonra, özne olma arayışından özneliği kaybetmenin tetiklediği öfkeye, katılımcı demokrasi talebinden demokratikleşmeye duyulan tepkiye, iktidara ses duyurma motivasyonundan iktidarı alaşağı etme hevesine, birbiriyle telif edilemeyecek amaca ve duyguya sahip birçok çevreyi bünyesine kattı.
EYLEMİN MESAJI VE GÜCÜ
Gösterilerin etkisi ve gücü, yaşanan duygu patlamasında; akıldan çok duygunun, muhakeme yerine vicdanın açığa çıkmasında; mesajın soyutluğunda, bir kelimeye, kavrama, duyguya sıkışmamasında; göstericilerin kolaylıkla bir sınıfla, partiyle, ideolojiyle özdeşleştirilmemesindeydi. Hafta sonundaki gösterileri tanımlayan bu durum, siyasetin daha önce karşılaşmadığı ve bu yönüyle de, AK Parti iktidarının karşılaştığı en kırılgan gelişme olma özelliğini ifade ediyor(du). Nitekim hükümet cenahından yapılan ilk açıklamadaki sertlik de durumun kırılganlığını ve tanımlama zorluğunu yansıtıyordu.
Ancak günler ilerleyip kalabalıklar arttıkça gösteriler, meydan tecrübesi daha fazla, siyasal terminolojisi daha güçlü, AK Parti karşıtlığı daha keskin ve polisle çatışmada daha dayanıklı olanların hâkim olduğu bir yapıya dönüştü. Meydan(lar) boşalıp tekrar dolmaya başladıkça, gösteriler Gezi Parkı’nı veya Taksim’i aşıp bütün ülkeye, meydanları aşıp yollara, sokaklara ve evlere yayıldıkça özgünlüğünü kaybetmeye başladı. Gösteri(ci)ler tanımlanamamaktan ve siyaset-üstülükten aldığı gücü kaybetmeye ve Türkiye siyasal haritasının geleneksel fay hatlarına konumlandırılmaya başladı.
Kısacası, Pazartesi gününden itibaren eylemciler kimlik, eylemler de misyon değiştirmeye başladı. Bu süreç devam ettikçe, gösteriler ilk günkü kurucu ve öngörülemez gücünü/etkisini yitirmeye başlayarak, siyasetin geleneksel karşıtlıklarını besleyen yeni bir çatışma unsuruna dönüştü. Türkiye siyasetinin geleneksel siyasi fay hatları bu yeni enerjiyle beslenerek tekrar gün yüzüne çıkmaya başladı. Tam da burada, gösteriler başlardaki kurucu ve üretken işlevini tamamladı. Bugün, bitirildiğinde halen eski kurucu işleviyle ele alınması ve siyasetin demokratikleşme performansını arttırması muhtemel gösteriler, sürdürüldüğünde hem bu güçlü etkisini yitirecek hem de göstericiler tarafından da arzu edilmediğini sandığım şekilde, geleneksel siyasal kutuplaşmalara odun taşıyan bir işlev yüklenecektir.
GÖSTERİ(Cİ)LERİ ANLAMAK
Bu kısa betimlemeden de anlaşılabileceği üzere, göstericilerin kimliği, verdikleri mesaj ve hedefledikleri etki yekpare değil. İlk günden itibaren yekpare olmayan bu unsurlar, gün geçtikçe daha da farklılaşmaya, ayrışmaya başladılar. Dolayısıyla da, eylemlerin heterojenliğini ve farklılığını gözeten bir analize ihtiyaç var. Bugün için yaygın olan açıklama tarzı, neredeyse tamamen politik psikolojiye yaslanıyor. Gün geçtikçe hegemonik bir güç kazanarak yegâne açıklamaya dönüşen bu görüşe göre, protestocular, herhangi bir siyasi parti veya hareketle ilişkisi olmayan kişilerden oluşuyor ve otoriter iktidar pratiğine, Başbakan’ın kendi muhafazakâr yaşam tarzını dayatan otoriter üslubuna karşı katılımcı demokrasi talebinde bulunuyorlar.
Hızla kotarılan bir anketle de “doğruluğu” teyit edilen bu analiz, gösteri(ci)lerin katmanlı yapısını açıklamaya yetmiyor. Bu açıklama tarzı, öncelikle, göstericilerin homojen bir kitle olduğunu varsayıyor. Yalnızca Gezi Parkı’nda mevzilenen eylemcilere ve gösterilerin ilk haftasında büyükşehirlerde meydanlara çıkan gençlere odaklanıyor. Üstelik bu iki kitle arasındaki farklılığı da hesaba katmıyor.
İkinci olarak, gösterilerin, ilk günkü kendiliğindenliğini veri alarak, ilerleyen günlerde gösterilerin evrildiği yeni yeri görmeyi ıskalıyor. İlk günkü kendiliğinden tepkinin kısa sürede AK Parti karşıtlığına, hükümete ve Başbakan’a ses duyurmanın hükümet ve Başbakan’ın istifasını sağlamaya, çevre duyarlılığının proje dayatmaya dönüşmesini hesaba katmıyor.
Üçüncü ve en önemlisi olarak, politik psikoloji terminolojisine yaslanarak olup biteni vicdan, haysiyet gibi psikolojik hallerle açıklayan bu analiz, sosyolojik ve siyasal dinamikleri ıskalıyor. Erdoğan’ın üslubunun yol açtığı rahatsızlığın, sosyolojik ve siyasal kodlardan beslenmediği müddetçe kitleleri sokağa dökmeye yetmeyeceği göz ardı ediliyor. AK Parti’nin on yılı aşkın iktidarı boyunca gerçekleştirdiği politikaların siyasal yansımalarını, kimlik siyasetini, kısacası, siyasal haritamızı şekillendiren etnik-mezhepsel-ideolojik-siyasal kutuplaşmayı hesaba katmıyor.
Yıllardır, AK Parti’yi otoriterlik parantezine hapsederek okumaya çalışan analizlerin bu sefer de sokağa doğrulatılarak tedavüle sokulmasındaki naifliği bir tarafa bırakıp, çözülemeyen yüzyıllık sorunları liseli gençlerin omzuna yüklemekten vazgeçip yapısal, katmanlı analizler yapmaya ihtiyaç var. Her şeyden önce, gösterilerin yeni bir muhalefet biçimi ortaya çıkardığını, dolayısıyla da hem kamuoyu hem de siyaset için tanımlanması zor bir içeriğe sahip olduğunu teslim etmek gerekiyor. Siyaset ve kamuoyu, daha uzun süre, gençlerin hangi süreç, politika ve söylemlerin etkisinde bu kadar negatif enerji biriktirdiğini anlamaya, bu enerjiyi boşaltmak için ne tür söylem ve politikalar geliştirilmesi gerektiğini araştırmaya mesai harcayacaktır. Bu kaydı düştükten sonra, göstericilerin kimliğini ve verilmek istenen mesajı anlamaya çalışan bir analizin öncelikle heterojen bir kimlikle karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyması gerekir. Bu çerçevede, göstericiler, en genel anlamda, üç farklı kategoriye-katmana yerleştirilebilir.
İlk kategoride, gezi parkı protestocuları ve bu protestoların polis şiddetiyle dağıtılmaya çalışılmasından rahatsız olan ve omurgasını gençlerin oluşturduğu geniş bir kesim yer alıyor. En heterojen, meşru ve yaratıcı göstericiler bu katmanda yer alıyor. Bu kitlenin, ağırlıkla da gençlerin varsayıldığı gibi ideolojiden azade olduğu yanıltıcı olsa da keskin ve kutuplaştırıcı bir ideolojik formasyona sahip olmadığı söylenebilir. AK Parti’nin on yıllık iktidar pratiğinin demokratikleştirdiği kamusal tartışma alanının daha da demokratikleştirilmesine yönelik bir mesajın verilmesine aracılık ettiği ölçüde bu göstericilerin Türkiye’nin demokratikleşmesine hizmet edeceğini söylemek mümkün.
UMUDU SOKAKTA ARAMAK
Gösterilerin meşruiyetini bu kitlenin katılımcı, kuşatıcı ve üretken mesajları sağlıyor. Ancak bu grubu tanımlayan yegâne duyarlılığın çevre ve katılımcı demokrasi talebi olduğunu söylemek zor. Dolayısıyla da, bu gruba yaslanarak yazılan demokrasi manifestolarına da ihtiyatla yaklaşmakta yarar var. Bu kategorideki göstericiler, basbayağı, sınıfsal ve siyasal bir eksene de yaslanıyorlar. Yaşam tarzı kaygısında kristalleşen itirazlar, sadece AK Parti’nin söylemine değil politikalarına da yöneltiliyor. AK Parti karşıtlığı henüz bu grubun kimliğini tanımlayıcı güçlü bir dinamiğe dönüşmemişse de, zayıflatılmış bir Erdoğan ve AK Parti’nin bu grubun en önemli motivasyonlarından biri olduğu açık. Bu motivasyon, iş dünyasından uluslararası medya ve siyaset çevrelerine kadar birçok kesimin destek açıklamasındaki coşkuda da görülebilir.
İkinci kategoride, protestoların ülke sathına yayılmasını sağlayan toplumsal kesimler yer alıyor. Şehir meydanlarından çok mahalle ve sokakları mesken edinen bu kesim, büyük oranda CHP tabanını teşkil ediyor. Daha fazla demokrasi talep etmekten öte ülkenin son on yılındaki demokratikleşme hamlelerine karşı çıkıyor. Yer yer mezhepsel haritadan da beslenen bu grup, geleneksel siyasal kodların aşina olduğu ve tedirginlik hissetmediği bir grup. Siyasal bir tedirginliğe yol açmadığı oranda toplumsal gerilime kapı aralayan bu grubu, protestoların mecrasından çıkmasından sorumlu tutmak da mümkün. Bu grup, gücünü tanımlanamayışından ve mesajın dağınıklığından alan protestoların siyasal dile tercüme edilmesine, kodlanmasına ve homojenleşmesine yol açtığı ölçüde, protestoların meşruiyetini rehin alan bir işlev gördü. Bu sonuç, her meseleyi kısa sürede ele geçirecek kadar güçlü bir dinamiğe ve söyleme sahip olan kimlik siyasetinin kutuplaştırıcı etkisi dolayısıyla, toplumsal barışı da riske sokan bir potansiyel taşıyor.
Üçüncü kategoride, radikal sol örgütler, twitter üzerinden asparagas haberler ve manipülatif mesajlar vererek gösterileri terörize etmeyi amaçlayan organizatörler, darbe çığırtkanlığı, sivil iktidara yönelik kalkışma teşebbüsleri içeren gruplar yer alıyor. Geceleri sokak ve yolları işgal ederek kamusal otoriteyi işlemez kılan, farklı düşünce ve inanca mensup olan kesimleri mağdur eden bu gruplar da protestoların başlangıçtaki işlev ve konumunun rehin alınmasına yol açtı. Kamuoyunun ve siyasetin gösterileri değerlendirmesinde bu üç kategorinin de farklı ağırlıklarla da olsa payı var. Bu nedenle, gösterilerin ilk günkü bileşenlerinin en meşru kısmını mercek altında tutup zaman içerisinde yüklendiği yeni içerikleri hesaba katmayan analizler, naif ve zaman zaman da maksatlı olmakla malul oluyor. Gösterilerin ilk gününde de, sahnede hiç de küçümsenmeyecek bir boyutta yer bulan AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı, gösteriler devam ettikçe, en fazla ön plana çıkan, diğer mesajları silikleştirecek kadar vitrine çıkan hâkim duyguya dönüştü. Bu, gücünü doğallığından alan tepkilerin, siyasetin bilindik kodları tarafından ele geçirilmesi anlamına geliyor. Bu saatten itibaren olay, Gezi Parkı’nı da, çevre duyarlılığını da, katılımcı demokrasi talebini de aşmış; sandıkta yenemediği AK Parti’yi sokakta yenmeye çalışan grupların ön plana çıktığı bir görüntüye bürünmüştür.
Toparlamak gerekirse, gücünü doğallıktan ve mesajın dağınıklığından alan bu gösteriler, kısa süre içerisinde, Türkiye siyasetinin geleneksel siyasal kodları tarafından rehin alınmış; gösterilere yönelik destek veya karşıtlıklarda kullanılan siyasal terminoloji, olayları tanımlanabilir, öngörülebilir bir forma dönüştürmüştür. Dahası, artık bir kampanya olduğu şüphe götürmeyecek şekilde belirginleşen uluslararası medyadaki yoğun ilgi ve maksatlı yorumlar, gösterilerin meşruiyetini zedelemiştir. Bu süreçten sonra, eylemler, duyarlılık gösterisinden bilek bükme ısrarına dönüşmüş, katılımcı demokrasi talebi AK Parti’yi ve Erdoğan’ı bitirme hedefine yönelmiş, birçok kesim bu özlemle meydanlara dökülmüştür.
Bu saatten sonra, Gezi Parkı eylemleri devam ettiği ölçüde, hem ilk günkü kurucu etkilerini yitirecek hem de başlangıçta ve bitirilmesi durumunda bugün de, demokrasiyi güçlendirme potansiyeli yüksek olan bir gelişme, siyasal gerilimi keskinleştirerek demokrasiyi daraltan bir iklimin doğmasına yol açacaktır.
[Star Açık Görüş, 9 Haziran 2013]