SETA > Yorum |
Terörün Sosyolojisi de mi Olmaz

Terörün Sosyolojisi de mi Olmaz?

Küreselleşme süreçleriyle birlikte modern dünya sisteminin başat aktörü olma özelliğini yitiren Avrupa hem siyasi hem ekonomik açıdan ciddi bir sıkışmışlık yaşadı.

Terörün mazereti olmaz, kabul. Peki sosyolojisi de mi olmaz? Bana sorarsanız olur, olmak zorundadır. Şayet terör belası def edilmek isteniyorsa, sosyolojisi üzerine çalışmak elzemdir.

Hakaret eleştirinin, şiddet de siyasetin yerine geçince işte bunlar oluyor. Fundamentalizm kazanıyor. Fanatizm kökleşiyor. Kan akıyor, insanlar öldürülüyor.

Charlie Hebdo saldırısı bir terör saldırısı. Üstüne çalışılmış organize bir iş.

Sadece eylemin olma şekli değil, aynı zamanda etkileri, yarattığı korku atmosferi çok iyi kurgulanmış.

Bu eylemi bir "toplumsal başkaldırı" unsuru ola- rak görmek doğru değil. Zira bu eylem, ne Fransız Müslümanları, ne Avrupa Müslümanları nazarında "toplumsal kabul" görmüş bir eylem.

Charlie Hebdo saldırısını, Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarının istenmeyen bir sonucu olarak yansıtıp, konuyu kapatmak da kolaycılık olur. Zira terör, profesyonel bir faaliyettir.

Fakat, terör şebekelerinin bu ve benzeri eylemleri tezgahlayabilmek için zemine ihtiyacı vardır. Ve evet, Avrupa'da işlenen nefret suçları bunu sağlamıştır.

Bir önceki yazımda terörün "gösterge değeri"nden, "kullanım değeri"nden ve "değişim değeri"nden bahsetmiş, Türkiye örneğinde terörün "kullanım değeri"nin de "gösterge değeri"nin de kalmadığını öne sürmüştüm.

İşte Avrupa'da terörün "kullanım değeri"ni de ve "gösterge değeri"ni de artıran, aşırı sağın yükselişi, İslamofobinin yaygınlaşması ve buna eşlik eden nefret suçlarıdır.

***

Oysaki, Avrupa'nın aşırı sağ partileri faşizmle aralarına mesafe koyarak popülerleştiler.

Açıktan değiştik dediler. Biyololojik ırkçılığa karşı olduklarını, anti-semitizm yapmayacaklarını duyurdular. Fakat ötekileştirmeden, nefret suçu işlemekten vazgeçmediler. Müslüman göçmenler, yeni ırkçılık için muhteşem bir fırsat sundu onlara. 11 Eylül ile birlikte bu süreç giderek tırmandı.

Küreselleşme süreçleriyle birlikte modern dünya sisteminin başat aktörü olma özelliğini yitiren Avrupa hem siyasi hem ekonomik açıdan ciddi bir sıkışmışlık yaşadı. Ne Avrupa ülkelerindeki geleneksel siyasi aktörler iş görebildi ne de Avrupa Birliği, iddialarıyla mütenasip bir performans sergileyebildi. Sistem çöktü.

Aşırı sağı yükseldi, siyasal alanda yeni bir radikalleşme başgösterdi.

Bu ortamda, İslam karşıtı söz ve fiiller kamusal alanda deveran etti. Müslümanlara yönelik sözlü ve fiili saldırılar giderek arttı. Bu ortamda, İslamın öncü kişiliklerine ve değerlerine yönelik hakaretler içeren yayınlar gün yüzüne çıkmaya başladı. Bu yayınların sayısı gün geçtikçe çoğaldı ve onlara itiraz etmek, Avrupa değerlerine saldırı olarak yansıtıldı.

Amerika'da nefret suçu kapsamında görülebilecek olan bu yayınlar Avrupalıların gündelik hayatının bir parçasına dönüştü.

***

Fransa'daki terör saldırılarının Avrupa'da İslamofobiyi, İslama yönelik nefret suçlarını artırma potansiyeli taşıdığına kuşku yok.

Nitekim, birkaç gündür İslam karşıtı birçok ırkçı açıklamayla ve Müslümanlara yönelik çeşitli saldırılarıyla ilgili haberler okuyoruz.

Bu noktada, Fransa başta olmak üzere Avrupalı yönetici elitler ciddi bir meydan okumayla karşı karşıya. Esasında, bu meydan okumayla hep karşı karşıyaydılar. Ne var ki bu kez onunla çok daha ciddi bir biçimde yüzleşiyorlar.

Bu nedenle ilk defa terör ve İslam arasında bağ kurulmaması için bu denli hassas davranıyorlar. Ne yazık ki bugüne dek, İslama ve Müslümanlara yönelik nefret suçlarına karşı çıkmadılar. Hatta onların ifade özgürlüğü söylemiyle meşrulaştırılmasına katkı sundular.

Şimdi karşılarında yeni bir durum var. Ya, aşırı sağın söylemlerine ve dolayısıyla fanatizme teslim olup İslamofobik bir Avrupa kültürünün inşasına hizmet edecekler ya da yeni bir toplumsal bütünleşme felsefesi eşliğinde normalleşen bir Avrupa'ya doğru adım atacaklar.

[Sabah, 12 Ocak 2015]