Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı General Herbert McMaster dün yaptığı bir açıklamada, “Türkiye ile güçlü ittifaka sağlam şekilde inandığını” ifade etti.
Aynı McMaster, birkaç gün önce yaptığı başka bir açıklamada Türkiye ve Katar’ın radikal İslamcı örgütleri destekleyen ülkeler olduğu yönünde suçlamalarda bulunmuştu. Bu açıklama FETÖ ve PYD/PKK konusunda Ankara’yı çok rahatsız eden ABD’nin, “radikal İslamcılık” üzerinden de Türkiye’ye saldıracağı yönünde bazı kesimlerde “endişe”, bazılarında ise “beklenti” oluşturmuştu.
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanının bu çelişkili açıklamaları aslında ABD’nin Türkiye siyasetinin nasıl çöktüğünün açık bir göstergesi. Trump cephesinde Türkiye konusunda büyük bir kafa karışıklığı söz konusuyken, Trump karşıtı cephede ise Türkiye’deki iktidarın her türlü yöntem kullanılarak devrilmesine yönelik kararlılık devam ediyor.
Washington’da Erdoğan ve AK Parti iktidarına karşı amansız bir savaş yürüten lobinin karşısındaki kesimler, bu savaşın 65 yıllık müttefikleri Türkiye’yi nasıl ABD ve Batı’dan uzaklaştırdığını ve Türkiye’yi nasıl kaybettiklerini görüyorlar, ancak buna karşı bir şey yapamıyorlar ya da yapmak istemiyorlar. Dünyanın en büyük ekonomik ve askerî gücü olan ABD, Türkiye’yi ekonomik güçler sıralamasında ancak 12. sırada olan Rusya’ya kaybediyor. Washington açısından bu çok büyük bir başarısızlık ve bu başarısızlığın aktörleri hâlâ Türkiye’ye saldırmaya devam ediyorlar.
Trump ekibi ise bir gün Türkiye’yi tehdit ediyor, bir başka gün Ankara’ya sıcak mesajlar gönderip müttefiklik ilişkisinin ne kadar kıymetli olduğundan dem vuruyor.
Peki, bu şekilde ne yaptığı belli olmayan ABD karşısında Türkiye ne yapmalı?
McMaster’ın, Türk askerlerinin Kore Savaşı’ndaki kahramanlıklarını dinleyerek büyüdüğünü söylemesi, birkaç gün önce Türkiye’ye yönelik suçlamalarını unutturmalı mı?
McMaster, “ABD, Türkiye’yi uzun zamandır destekliyor ve desteklemeye devam edecektir” dediği için rahatlayabilir mi Ankara’daki karar vericiler?
Amerikan yönetimi son zamanlarda Türkiye’ye “güven” veriyor mu? Türkiye’ye verdiği hangi sözü tuttu?
PYD’nin Menbiç’ten çekileceğini söylediler, ama yapmadılar.
PYD’ye verdikleri silahları geri alacaklarını söylediler, yapmadılar.
FETÖ konusunda Türkiye’nin iade dosyasını tamamlaması sonrasında gerekli adımları atacaklarını söylediler. Ama Türkiye üzerine düşeni yapmasına rağmen FETÖ liderine ve diğer yöneticilerine karşı dava bile açmadılar.
Hatta davayı FETÖ’cülere değil de illegal bir şekilde ülkelerinde alıkoydukları Halkbank Genel Müdür Yardımcısına açtılar. İran’a karşı Amerikan yaptırımlarının delinmesinin en önemli sanığı olarak gördükleri Reza Zarrab’ı da tanık yaptılar. Bu dava sürecinin, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarını devirmeye yönelik olarak ABD’deki bazı lobiler tarafından yürütülen kampanyanın yeni bir ayağı olduğu yönünde Türkiye’de genel bir kanaat hâkim. Bu sürecin başarılı olmasını ümit edenler de bu kanaate sahip, Türkiye’ye karşı düşmanca bir saldırı olarak görüp direnilmesi gerektiğini düşünenler de.
Şimdi Türkiye konusunda bir kesimiyle açık şekilde bu düşmanca politikaları izleyen, bir kesimiyle ise gelgitler yaşayan ABD karşısında Türkiye nasıl bir tavır takınmalı?
Böyle bir ülkeyle “güçlü bir ittifak” içerisinde olduğumuza nasıl inanalım?
Ankara’daki karar vericiler, şüphesiz Washington’daki bu farklılaşan eğilimleri ve hangi kesimlerin Türkiye politikasını sürüklediklerini görüyor. Buna karşılık bir yandan kendisine karşı gelen saldırıları savuşturmaya çalışırken, bir yandan da sabırla Amerikan siyasetinin Türkiye’yi eşit bir ortak olarak kabul etmesini bekliyor. Yani Ankara, bir yandan PYD/PKK, FETÖ ve Zarrab-Atilla davası çerçevesinde ABD’nin yanlışlarına karşı çıkıyor, ancak diğer yandan bu yüzden Türk-Amerikan ilişkilerini tamamen koparmaktan kaçınarak ABD’deki Türkiye ile sağlıklı bir ilişki geliştirmek isteyeceklere yönelik olarak diyalog kapısını açık tutuyor.
Ankara’nın bu tutumu, ABD ile İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan asimetrik bağımlılık ilişkisinin Rusya ya da başka bir ülkeyle yeni baştan kurulmaması açısından çok önemli.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet Rusya’nın tehditlerinden kaçarken ABD ile dengesiz bir bağımlılık ilişkisi kurmuştuk. Şimdi ABD tehditlerinden kaçarken başka bir ülkeyle benzer bir bağımlılık ilişkisi kurmamaya çok dikkat etmeliyiz.
[Türkiye, 16 Aralık 2017]
.