SETA > Yorum |
Türkiye-Almanya İlişkilerinin Geleceği

Türkiye-Almanya İlişkilerinin Geleceği

Türkiye ile Almanya’nın mülteci meselesinde ortak çıkarları olsa da, ikili ilişkilere daha geniş bir çerçeveden bakıldığında birçok problem noktasının varlığı göze çarpmaktadır. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir.

Bundan 253 yıl önce Ahmed Resmi Efendi'nin Prusya sefiri olarak tayin edilmişti. Sefir Ahmed Resmi Berlin sokaklarında coşkuyla karşılanmış, Osmanlılar da halka hediyeler, altınlar dağıtmıştı. Türkler ile Almanlar arasında diplomatik ilişkilerin başlangıcını oluşturan bu olayın arkasında elbette ki bir takım olaylar yatıyordu. Alman İmparatoru Büyük Frederik Avrupa'da sağa sola saldırmaya başlamış, güç kazanmış, ancak gittikçe yalnızlaşmıştı. Ahmed Resmi Efendi'nin sefaretnamesinde Frederik'in Osmanlı Sultanı Mustafa'ya sürekli hediyeler, armağanlar gönderdiği ve bir ittifak içerisine girmeye niyetlendiği aktarılıyor.

 ALMANYA'NIN TERÖRLE MÜCADELEDE NEGATİF TUTUMU
Peki, günümüzdeki Türkiye-Almanya ilişkilerine gelince yukarıdaki tarihten kısa notun ne anlamı olabilir diye düşünebiliriz. İki ülke arasındaki siyasi ilişkiler hiç olmadığı kadar sıkı gibi görünüyor. Karşılıklı çıkar ilişkileri bu durumda bir öncelik oluşturuyor. Türkiye ve Almanya için şu an en önemli mevzu şüphesiz ki Suriye'deki insanlık krizidir. Bilindiği üzere mülteci krizi meselesinde Türkiye elinden geldiğini yapıyor ve diğer gelişmiş ülkelere örnek oluyor. AB'nin lokomotif ülkesi olan Almanya da mülteci krizinin çözülmesi için farklı hamleler yapıyor. Ancak bu durumda Türkiye'ye yöneltilen eleştirilerden birini de hiç kuşkusuz ülkemizde bulunan Suriyeli mültecileri sözde elimizde koz olarak tutmamız teşkil ediyor. Bu gerçekten böyle mi? Yani AB vize serbestisi konusunda verdiği sözleri tutmazsa kapılarımızı açıp Suriyelilerin Avrupa'ya akın etmesini mi sağlayacağız? Türkiye gerçekten sahillerde yine çocukların cansız bedenleriyle karşılaşılmasına veya açık denizlerde şişme botların alabora olmalarını izlenmesine mi göz yumacak? Şimdiye kadar ülkesinde barındırdığı iç savaş mağduru Suriyeli sığınmacılar için 10 milyar dolar harcayan Türkiye'nin böyle bir şeyi yapıp yapmaması yönündeki soruya vicdanlarımız cevap verebilir. Almanya kendi mülteci barınma merkezlerine yönelik kundaklama ve benzeri saldırıları durduramadığı müddetçe bence Türkiye'ye bu yönde ağır ithamlarda da bulunmamalı. Üstelik AB'nin şart koştuğu kriterlerin tamamı yerine getirilmezse vize serbestisi olmayacakmış. Türkiye'nin yerine getirmesi gereken kriterleri hangi AB ülkeleri yerine getirmiş? Bu soruyu da kendilerine yöneltmek gerek. Örneğin Türkiye şu zor günlerde terörle mücadeleye odaklanmışken, AB'nin terörle mücadelede kendilerine uyulmasını istiyor. Peki, AB söylem ve eylemde kendi terörle mücadele programına uygun hareket ediyor mu? Söylemde her zaman etmediğini görüyoruz, eylemde ise bir örnek verelim: Terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olan PYD'nin kontrol ettiği "Rojava Öz Yönetiminin" Almanya'nın başkenti Berlin'de bir temsilcilik açtı. Yazının başından buraya kadar genelde hep olumsuz konulardan bahsettik. Ancak olumlu konulara gelmeden (belki bu yazıda satırlar yetmeyecek) olumsuz ancak Türkiye açısından mühim olan meseleleri masaya yatırmak gerekir. Gelelim Türkiye-Almanya ilişkilerinin geleceğine. Merkel son bir yıl içerisinde Türkiye ziyaretleri konusunda adeta rekor kırdı. Almanya'da özellikle muhalefet partilerince Merkel'in bu tavrı sıkı eleştiri konusu oldu. Sayısız karikatür ve hicivin hedefi haline geldi. Ancak siyasetin realpolitik çerçevesinden bakıldığında Alman şansölyesi Merkel'in Türkiye'ye karşı bu tutumu gayet normaldir. Nitekim günümüz siyasi konjonktüründe faydacı yöntemlere başvurulmadığında ayakta kalma ihtimali düşmektedir.
ERMENİ YASA TASARISI VE İKİRCİKLİ TUTUM
Almanların her zaman bazı konuları kendi çıkarlarının gerçekleşmesi için birer araç olarak kullandığı da bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşına bakıldığında Almanların ayrı bir İslam stratejisinin olduğunu da biliyoruz. Türkiye ile her ne kadar bazı konularda mutabakata varsalar veya mutabakata varmış gibi görünseler de, başka mevzularda Türkiye'nin pek hoşuna gitmeyecek politikalarının olduğunu gördük. En son örnek ise, sözde Ermeni soykırımını tanıyan bir bildirinin Alman federal meclisi olan Bundestag tarafından onaylanması. Bu bildirinin talebi bu yılın başında Yeşiller Partisi tarafından iletilmişti. Ve durum o ki, Alman parlamentosunda istisnasız tüm partiler bu bildiriye imzasını atacaktır. Son olarak değinmek istediğim bir başka konu da Alman komedyen Jan Böhmermann'ın programında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı ağır hakaretler içeren bir şiiri okuması. Olayın öncesinde bir başka programda Cumhurbaşkanı ile alay eden ve ağır ithamlar içeren bir şarkı yayınlanmıştı. Türkiye ise bunun akabinde Almanya'nın Ankara büyükelçisini bakanlığa çağırıp uyarmıştı. Tüm olay bunun ardından ivme kazandı. Dışişlerinin bu hamlesi, kabul edelim ki stratejik olarak yanlış oldu. Almanya'daki sivil toplum kuruluşlarımızın bu durumda devreye girmesi gerekirdi. Merkel'in Böhmermann'ın yargılanmasını onayından sonra Türkiye'de bir başarı duygusu uyansa da, aslında bu bir başarı değildi. Yoksa gerçekten Böhmermann'ın hapis cezasına çarpıtılacağını mı düşünüyorsunuz? Durum şudur ki, tüm davanın masrafları Alman devlet televizyonu tarafından karşılanacak, tazminatlar dahi devlet televizyonu tarafından ödenecek. Bu sizce nedir?
SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ YETERSİZLİĞİ
Toparlayacak olursak, mülteci meselesinde mutabakata varabileceğimiz noktalar var. Ama vize serbestisi, terörle mücadele, sözde Ermeni soykırımı ve daha nice konularda çözüm olmayacak gibi görünüyor. Devlet olarak bir noktaya kadar görüşmeler çerçevesinde sorunlar çözülebilir. Ancak burada bahsedilen bu noktadan sonra, sivil toplumun etkisi söz konusudur. Sivil toplum kuruluşlarımız maalesef her zamanki gibi etkiye tepki göstererek bu tepkisel tavırlarından uzaklaşamamış durumda. Seçim gibi Türkiye iç politikasını doğrudan etkileyici bir olayda çok yüksek performans sergileyen sivil toplum, yukarıdaki sorunlara yönelik ciddi manada ses getiren eylem gerçekleştiremiyorlar. Türkiye Almanya'da yaşayan vatandaşlarına sadece pratik projelerine maddi destek değil, aynı zamanda entelektüel projelerine de destek vermeyi ihmal etmemeli. Her zaman dillendirmek istediğim gibi, AB ülkeleri nezdinde vatandaşlarımız şu veya bu parti mensubu olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak görülmektedir. Bu nedenle, yukarıda bahsedilen sorunlarda parti ve/veya parti mensuplarının değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin meselesidir ve el birliğiyle çözüm arayışı içerisine girilmesi gerekmektedir. Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler geleceğe yönelik projeksiyonlarda hep iyi ile kötü arasında gidecektir. Yüzde yüz bir anlaşma ve mutabakatın sağlanacağı fikri ütopyadan ibaret olduğunu belirtmemiz gerekir.

[Yeni Şafak, 2Haziran 2016].