SETA > Yorum |
Türk Dış Politikası Değişiyor mu

Türk Dış Politikası Değişiyor mu?

Türk dış politikası gerçekten değişiyor mu? Bu bir üslûp değişikliği mi yoksa prensipler mi değişen? Bu değişim nereye varabilir? Suriye'yi de kapsar mı?

1. Türk Dış Politikası’nda gerçekten bir değişim yaşanıyor mu?
"DIŞ POLİTİKADA REVİZYON"
Dış politikada bir "revizyon" yaşandığını söyleyebiliriz. Bu değişimin ana karakteri konjonktüre ve diğer aktörlerin değişen stratejilerine uyum sağlamak amacı taşıması. Diğer bir deyişle, yeni bölgesel denklemlerin gereği olarak bir adaptasyon sürecinden geçiliyor.

Yeni bölgesel denklemin üç özelliği tespit edilebilir.

İlki, Arap isyanları sonrası oluşan çatışma ve kaos ortamının artık bitirilmesini gerektiren bir düzen arayışı ve barış ihtiyacının had safhaya varması. Yani, Rusya, İran ve Esed dahil aktörlerin çatışma üzerinden elde edecekleri imkanların sınırına yaklaşıldı. Ve artık bu kazanımların konsolidasyonuna ihtiyaç hissediliyor. Bölgede yeni bir düzenin kurulabilmesinin yolu da fırtınanın gözü haline gelen Suriye’deki iç savaşın bitirilmesinden geçiyor.

Kısaca formüle edersek, DAİŞ ve YPG’nin geleceği Suriye’yi, Suriye’nin geleceği de Yeni Ortadoğu’yu şekillendirecek. Bütün aktörler bu son için politikalarında revizyonlar yapıyorlar ve daha da yapacaklar.

İkincisi, klasik ittifak anlayışının çözüldüğü, her devletin esnek ve konu temelli yaklaşım göstermek zorunda olduğu bir dönem olması. Bunun temel sebebi ise Obama Yönetimi’nin Ortadoğu politikası. Bölgesel güçleri ve yerel aktörleri daha etkin hale getiren selektif, zamana yayılmış müdahale yöntemi.

Obama’nın politikasının somut sonuçları arasında Suriye krizinin uzaması, Rusya’nın bölgede artan etkisi, DAİŞ ile mücadelenin PYD gibi aktörlere devredilmesinin getirdiği yeni çatışma potansiyeli ve İran ile varılan nükleer anlaşma sayılabilir.

Suudi Arabistan, İsrail ve Türkiye gibi ABD’nin bölgedeki klasik müttefikleri kendi başlarının çaresine bakma konumundalar. Bu, aralarında bir yakınlaşma motivasyonu da doğurdu.

Yeni bölgesel denklemin üçüncü özelliği de, radikalleşme ve terör olgusunun uzun bir süre daha gündemi meşgul edecek olması. İster DAİŞ sonrası radikal selefi formda ister PKK-YPG eliyle seküler-etnik formda olsun... Yeni bölgesel denklemin dış politikasını gözden geçirmeyi zorunlu kıldığı aktörlerin başında Türkiye geliyor. Sadece, iç savaş yaşayan Suriye ve Irak’a komşu olmak bile yeterli mücbir sebep. Retoriğin azaldığı rasyonel çıkar hesaplarının daha dinamik olduğu bir dönemdeyiz.

İşte Türkiye’nin İsrail ve Rusya ile ilişkilerindeki "normalleşme" tüm bu parametrelerle bağlantılı. Ve aslında Türkiye normalleşmeye önce bölgedeki "demokratik" dalgayı boğan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile başladı. Sonra da bir süredir beklemede olan İsrail ile ilişkiler Rusya ile eşzamanlı bir şekilde toparlanma dönemine girdi.

2. Eğer gerçekten yeni bir dış politika değişikliği varsa, bu yeniliğin sınırları, ölçüleri, derinliği ne olur? Sadece üslup değişikliği mi yoksa prensip ve ilkelerde de bir değişiklik söz konusu mu? Mesela Türkiye’nin Suriye politikasında bir değişiklik beklenebilir mi?

"DEĞİŞİMİN DERİNLİĞİNİ ÜÇ KONU BELİRLEYECEK"
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze Türk dış politikasının ana prensibi "barış istikrar ve düzen" yanlısı olması. AK Parti dönemi de bu prensiple süreklilik arz ediyor. "Komşularla sıfır sorun" arzusu da "dostları artırmak, düşmanları azaltmak" söylemi de "yurtta sulh cihanda sulh" ilkesiyle uyum içinde.

Belki en önemli farklılık, bölgenin şekillenmesinde "etkili aktör" olma iddiası. Buna bağlı olarak Suriye’de ılımlı muhalefeti desteklediğini ve Arap isyanlarının demokratik bir dalgaya dönmesini arzu ettiğini görüyoruz. Retoriğin yükseltilmesi de bununla irtibatlıydı. Yine de ekonomi motivasyonu ve milli çıkarın rasyonalitesi ağırlığını kaybetmedi. "Sorunları azaltma" isteğinin uygulanması, diğer aktörlere de bağlı olan bir hedef.

Türkiye’nin dış politikasında yaşanan değişimin ölçeğini bölgesel dinamiklerin ihtiyaçları belirleyecek.

Normalleşme arayışının "etkili aktör" olma iddiasından vazgeçme noktasına gelmesi beklenmemeli. Zira bölgedeki kaos, mülteci sorunu, DAİŞ ve PKK-YPG tehditleri Türkiye’nin içine kapanmasını mümkün kılmıyor. Bu, çok yönlü bir uğraş olmak zorunda.

Bir yandan Rusya, İsrail, Suudi Arabistan, İran ve Mısır gibi ülkelerle ikili ilişkilerde konu bazlı yakınlaşmalar aranmalı. Diğer yandan NATO ve AB gibi ittifaklarla da işbirliği içerisinde mülteciler ve terör gündemi ile uğraşılmak durumunda. Bu yüzden Suriye ve Irak denkleminde aktif olmadan Türkiye’nin bütünlüğünü koruması, enerji merkezi olma hedefini gerçekleştirmesi ve terörle mücadeleyi başarması düşünülemez.

Dış politikada değişimin derinliğini belirleyecek üç düzlem var.

İlki, Batı ile ilişkiler. Avrupa’da artan ırkçılık ve İslamofibi Türkiye-AB ilişkilerinde terör ve göçmenler konusunda sahici bir işbirliğini dayatıyor. Bu, Brexit’le birlikte yeniden yapılanacak AB ile yeni bir entegrasyon formülü ile pekiştirilebilir. Ayrıca, Obama Yönetimi döneminde zarar gören Türkiye-ABD ilişkilerinin yeni başkan ile birlikte bir restorasyona girmesi lazım. En kritik ayağı da Suriye’nin geleceği ve PYG’nin yeri.

İkincisi, Suriye merkezli olarak Rusya, İran ve Esed yönetimi ile ilişki düzlemi. Son diplomatik adımlar sadece Suriye yüzünden oluşan gerginlikleri giderme amaçlı değil. Aynı zamanda Rusya ve İran ile Suriye krizinin çözümü için çaba sarf edileceği anlaşılıyor. YPG tehdidi sebebiyle Esed ile de ortak bir zemin olduğu düşünülebilir. Ancak mevcut ortamda bu zeminin PYD-YPG’yi sınırlandıracak de facto örtüşmeden öteye gitmesi zor görünüyor.

Üçüncüsü de otoriter Arap rejimleri ile ilişkileri tamir düzlemi. Suudi Arabistan ve BAE’den sonra Mısır ile ilişkiler ticari boyuttan başlayarak tedrici bir normalleşmeye girecek gibi görünüyor. Darbeci Sisi yönetiminin "devrim" yanlılarına uyguladığı sert politikayı kısmen yumuşatması işleri kolaylaştıracaktır.

[Al Jazeera Türk, 12 Temmuz 2016]