Suriye denkleminde Eylül ayının ikinci yarısı hayli hareketli geçecek. 16 Eylül’de Türkiye'de Rusya ve İran ile üçlü zirve var. 21 ile 25 Eylül arasında ise Başkan Erdoğan, New York'ta BM 74. Genel Kurulu'nda temaslarda bulunacak. Suriye'nin kuzeyi, yani Rusya ile İdlib'de; ABD ile Fırat'ın doğusu hakkında varılan mutabakatların gidişatı gündemi oluşturuyor. Rusya ve rejim bombardımanı geçtiğimiz haftalarda İdlib'de artırmıştı. On binler sınıra dayanırken, Türk gözlem noktalarının hedef alınması da tansiyonu yükseltmişti. ABD de İdlib'i vurma kararı alarak denklemin içinde olduğunu hatırlattı. Salı günü Putin ile görüşen Erdoğan, muhatabından rejimin, Soçi mutabakatına uymaya zorlanmasını istedi. Güvenli bölge için ise Harp Okulları Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreni'nden Washington'a "Birkaç hafta içinde askerlerimiz bölgeyi kontrol etmezse, kendi harekât planımızı devreye sokacağız..." mesajını gönderdi. Erdoğan, BM Genel Kurulu sırasında Trump ile de görüşerek "İdlib-Fırat'ın doğusu sarkacındaki" yeni dengelenmeyi temin etmeye çalışacak.
Sarkaç diyorum çünkü Türkiye Suriye'nin kuzeyinde iki büyük güçle zorlu bir denklem yürütüyor. Astana sürecinin başlamasıyla kurulan bu denklem, sahada askeri varlıkla, istihbarat marifetleriyle; masada ise liderlerle müzakere ile gidiyor. Ancak süreç çok dinamik. Mutabakatların içeriği diğer aktörlerin yeni adımlarına göre değişiyor. Bir uçtaki gelişme diğerini etkiliyor. Oldubittilere de hayli açık. Bu sebeple her bir aktör "dinamik mutabakatın" içeriğini kendi menfaatine göre şekillendirmek için yeni atraksiyonlar peşinde.
Farklı aktörler, değişen öncelikler
Ankara'nın hedefi Rusya ve ABD ile askeri bir gerginliğe girmeden bu sarkacın kontrolden çıkmasını engellemek. Türkiye’nin öncelikleri şu şekilde:
-İdlib'de ateşkesi koruyarak insani dramı durdurmak ve sınıra yeni mültecilerin gelmesinin önüne geçmek. -Rejimin muhalif grupları tümüyle yok etmesini de önlemek. -Fırat'ın doğusunda ise önce YPG'nin devletimsi yapıya gidişini durdurmak, sonra da tümüyle tasfiyesini sağlamak.
Rusya’nın öncelikleri ise daha farklı. Esad’la birlikte İdlib'i önceki çatışmasızlık bölgeleri gibi ele geçirmek istiyor. Milyonların ülkeyi terk etmesini umursamıyorlar hatta arzu ediyorlar. Nüfusunun nerdeyse yarısını kaybedecek Suriye'nin Nusayri azınlık tarafından daha rahat yönetileceğini hesaplıyorlar. ABD de YPG'yi elinde tutarak Suriye masasında olmak istiyor. Bu çatışan menfaatler arasında yol almanın çok zor olduğu açık. Ancak unutmayalım, bugünün realitesi 2013'te ABD'nin Suriye iç savaşını uzatacak bir politikaya geçmesi ve daha sonra Rusya'nın kontrolü ele geçirmesine müsaade etmesiyle şekillendi. Türkiye bu denkleme ancak 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin bastırılmasından sonra askeri anlamda müdahil olabildi. Bir yandan YPG terör koridorunu parçaladı, diğer yandan hâlâ muhalifler İdlib'de tutunabiliyor.
Rejimle barışmak çözüm olur mu?
Suriye'nin kuzeyindeki zorlu süreci gören bazı analistler "tehlikelere" vurgu yaparak, hemen hızlı bir sonuca varıyorlar: "Hemen Suriye rejimi ile barışalım." Yani sarkacın İdlib kısmını doğrudan, Fırat'ın doğusunu da dolaylı olarak "Rejime bırakalım, sorun çözülsün" görüşündeler. Elbette Suriye iç savaşında dengeler ve aktörlerin politikaları çok değişti. Türkiye'nin Suriye politikası da değişir ve değişmektedir. Ancak mevcut denklem "İdlib-Fırat'ın doğusu sarkacını" hâlâ yönetmeye devamı gerektiriyor. Türkiye Rusya ve ABD ile ilişkilerde denge kurma yaklaşımını sürdürmesi gerekiyor. Zira bu bölgeden çekilmek ne milyonlarca yeni mültecinin gelmesini engeller. Ne de YPG tehdidini ortadan kaldırır. Her ikisi için de Türkiye, askeri olarak sahada olmak zorunda. Kaldı ki bu aşamada Suriye sahasından ayrılmak Doğu Akdeniz başta olmak üzere etrafımızdaki meydan okumalara teslim olmak demek. Denklemin dışına çıkmaya çalışmak denklemde kalmaktan daha tehlikeli....