Rusya, Suriye’de önemli riskleri göze alarak aktif bir politika izliyor.
Nedir bu riskler?
Türkiye’yi çok fazla rahatsız edip Moskova ile iyi ilişkilerini bozma ihtimali, ABD ve İsrail ile doğrudan karşı karşıya gelme ihtimali ve hava saldırılarında sivillerin katledilmesinin yol açacağı radikalizmin terörizme dönüşme ihtimali bu riskler arasında en belirgin olanlar.
Bu risklerin yanında Suriye müdahalesinin Rusya’ya ciddi ekonomik maliyetler yüklediği ve Ukrayna müdahalesiyle birlikte son dönemde Rusya ekonomisinde yaşanan küçülmenin nedenlerinden biri olduğunu da ifade etmek gerekir. Bu maliyeti sadece Suriye ve Ukrayna’da yapılan askerî ve ekonomik harcamalar olarak düşünmemek gerek. Bu müdahaleler nedeniyle ABD ve AB’nin Moskova’ya uyguladığı ekonomik yaptırımların da Rusya ekonomisine önemli zarar verdiği görülüyor.
Peki, Rusya neden bu maliyetlere katlanıyor?
Nedir Suriye’yi Moskova için bu kadar önemli kılan?
Meselenin Suriye’deki Baas rejimini ayakta tutmak değil, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki askerî varlığını korumak ve genişletmek olduğunu ifade etmek gerekir.
Rusya, Şam’daki rejimin yıkılması durumunda Suriye üzerindeki nüfuzunu kaybedeceğini düşündüğü için bu ülkedeki iç savaşa müdahale etti ve başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin tepkisizliğini değerlendirerek Suriye’deki askerî varlığının kapasitesini ciddi oranda artırdı. Tartus’taki deniz üssünü genişletirken, Lazkiye yakınındaki Hmeymim’de önemli bir hava üssü kurdu. Bu kalıcı üslerin dışında ülkenin değişik yerlerinde daha küçük askerî üsleri de bulunuyor.
Bu kapasite artırımı Moskova’ya Doğu Akdeniz’de Suriye’nin çok ötesine uzanan bir alanda nüfuz elde etme imkânı verdi. Rusya’nın Kuzey Afrika’da artan faaliyetlerini, Suriye’deki başarıları dolayısıyla artan öz güveninin bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir. Cezayir ile her geçen gün ilişkilerini geliştiren Rusya’nın Libya iç savaşına da giderek daha fazla müdahil olması, Moskova’nın Mısır’daki Sisi rejimi tarafından ABD ve Suudi Arabistan’la kurduğu ortaklığın getirdiği bağımlılığı hafifletecek bir alternatif aktör olarak görülmesi sonucunu doğurmaktadır.
Rusya’nın 2015 sonbaharından itibaren Suriye iç savaşına doğrudan dâhil olarak Esad yönetimini iktidarda tutan asıl güç olarak öne çıkması, Moskova’nın Şam üzerindeki nüfuzunun eskiye oranla çok daha belirginleşmesine yol açtı. Bu aynı zamanda, Baas yönetimiyle çok yakın ilişkilere sahip bir başka ülke olan İran’ın nüfuzunun gerilemesi anlamına geliyor.
Suriye’deki ağırlığını bu şekilde güçlendirerek bütün Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da etkinliğini artıran Rusya’nın ekonomik gücüne bakıldığında, aslında söz konusu bölgelerde bu kadar nüfuza sahip olabilecek bir tablo ile karşılaşmayız. ABD’nin 13’te biri, Fransa’nın yarısı kadar büyüklükte bir ekonomik kapasiteye sahip olan Rusya’nın ekonomik üretiminin büyük oranda enerji kaynakları ihracatına bağımlı olması da ayrı bir risk faktörüdür.
Ekonomik kapasitesi bu kadar sınırlı olan Rusya’nın Suriye’de sözünü ettiğimiz etkinliği, askerî gücünün yüksek olması ve Putin yönetiminin risk alma konusundaki istekliliğinden kaynaklanıyor. Gürcistan ve Ukrayna savaşlarının ardından Suriye’de de askerî güç kullanarak hedeflerine ulaşmayı seçen Moskova, uzun süre kendisini dengeleyecek güce sahip olan ABD gibi küresel aktörlerin tepkisinin düşük düzeyde olmasından yararlandı.
Risk alma konusunda istekliliğinin yanında, Rusya’yı kapasitesinin ötesine uzanacak şekilde Suriye’de etkin kılan bir başka faktör, hem kendisiyle benzer hedeflere sahip İran hem de hedefleri ciddi farklılık gösteren Türkiye ile sorunun çözümü konusunda iş birliği yapacak esnekliğe sahip olmasıdır.
Rusya’nın Suriye’deki etkinliğini mümkün kılan üçüncü faktör ise, yine ABD’den farklı olarak, etkili bir karar verme mekanizmasına sahip olmasıdır. Putin’in dış politikadaki karar süreçlerine hâkim olması Moskova’nın Suriye meselesinde etkinliğini mümkün kılarken ABD’de güvenlik bürokrasisinin Obama’yı sürüklediği PYD/PKK macerasına Trump’ın son verme isteği Washington’da ciddi bir güç mücadelesinin yaşanmasına yol açtı.
ABD’den farklı olarak, terör örgütleri yerine bölgenin köklü ülkeleriyle iş birliğini politikasının merkezine oturtan Moskova, bu şekilde sorunun çözümü konusunda önemli etkiye sahip iki ülke olan Türkiye ve İran tarafından ciddi bir muhatap olarak görüldü. Bu da Suriye sorununun çözümü konusunda asıl işleyen sürecin Cenevre yerine Astana Süreci olması sonucunu doğurdu.
[Türkiye, 23 Ocak 2019].