Türkiye’nin satın aldığı sondaj gemilerini petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri için göndermesi ve Libya ile imzalanan mutabakatla birlikte Doğu Akdeniz meselesi yoğun bir şekilde gündeme gelmeye başladı.
Ama Ankara’nın attığı bu adımlar öncesinde de Doğu Akdeniz birçok sorunun yaşandığı önemli bir bölgeydi.
Kıbrıs Sorunu bunların başında geliyor.
Yine İsrail ile Filistin arasında yaşanan anlaşmazlık ile Suriye İç Savaşı ve Lübnan Sorunu da Doğu Akdeniz’in sorunları.
Aynı şekilde Libya İç Savaşı da Doğu Akdeniz sorunları dediğimizde akla gelen meselelerden biri.
Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de karasuları, kıta sahanlığı, adaların silahsızlandırılması, hava sahası gibi konularda yaşanan anlaşmazlıklar da Doğu Akdeniz sorunları.
Bütün bu sorunlar Doğu Akdeniz tabanında yer alan enerji kaynaklarının paylaşımıyla olduğu kadar, Kıbrıs, Suriye ve Lübnan gibi ülkeler üzerinde kimin nüfuz sahibi olacağıyla ve Libya gibi zengin doğal kaynaklara sahip ülkelerde kimin söz sahibi olacağıyla yakından ilgilidir.
Doğu Akdeniz rekabetinin taraflarına baktığımızda ise, doğal olarak sadece bölge ülkelerini görmüyoruz. Kıyıdaş bölge ülkelerinin yanında ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, Suudi Arabistan, BAE ve İran gibi ülkelerin yoğun bir şekilde Doğu Akdeniz ile ilgilendiği görülüyor.
Herkes enerji kaynaklarından pay almaya çalışıyor ve gerek sahip olduğu enerji kaynakları gerekse deniz ulaşımı açısından stratejik önemi büyük olan bu bölgede kendisine nüfuz alanları oluşturmaya çalışıyor.
Bu kadar sayıda bölgesel ve bölge dışı aktörün içinde yer aldığı Doğu Akdeniz rekabetinin nasıl yürütüldüğüne baktığımızda ise, uluslararası hukuktan ziyade güç politikasının öne çıktığı tespitini yapmamız gerekir. Uluslararası hukukun genellikle güç politikasını kamufle etmek için öne sürüldüğüne şahit oluyoruz.
Fransa, ABD, Suudi Arabistan, BAE, Mısır ve Rusya Libya’da isyancı General Haftar’a BM silah ambargosuna rağmen her türlü desteği verirken uluslararası hukuku değil kendi çıkarları doğrultusunda güç politikasını öne çıkarıyor.
Buna karşılık Trablus’taki BM tarafından tanınan meşru hükûmete destek veren Türkiye, Katar ve İtalya da kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor kuşkusuz, ama bunu uluslararası hukuku ihlal etmeden yapıyorlar.
Rusya’nın Suriye’deki hava saldırıları, İsrail’in Gazze ablukası ve saldırıları, İran’ın Lübnan’daki faaliyetleri, ABD’nin PKK/YPG’ye desteği, Batılı ülkeler ile Suudi Arabistan ve BAE’nin Mısır’daki darbeye destekleri de ancak uluslararası hukuk yerine güç politikası ile açıklanabilecek tavırlar.
Türkiye, Doğu Akdeniz’de çıkarlarını savunmak için nasıl bir yol izliyor?
Türkiye’nin, bu kadar sayıda bölgesel ve bölge dışı ülkenin aktif bir şekilde yer aldığı Doğu Akdeniz’de kendi haklarını korumak için izlediği politikanın üç unsuru var.
İlk olarak, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail ve Mısır’ın Türkiye’nin haklarını ihlal eden adımlarını kabul etmediğini BM’ye bildirmesinde olduğu gibi, bölgede tek taraflı oldubittilere müsaade etmeyeceğini gösteriyor. Uluslararası hukuk açısından Türkiye’nin bölgedeki haklarının kaybedilmemesi için bu bildirimler çok önemli.
İkinci olarak, Türkiye kendi kıta sahanlığı içerisinde gördüğü bölgelerde sismik araştırma ve sondaj gemileriyle petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri gerçekleştiriyor. Bu da hak iddia edilen bölgede gerek arama gemileriyle gerekse onlara eşlik eden askerî gemilerle fiilî varlık gösterilmesi açısından çok önemli. Bu noktada, son dönemde Türkiye’nin Yavuz ve Fatih isimli sondaj gemilerine sahip olmasının ne kadar gerekli ve isabetli bir adım olduğunun altını çizmek gerekir.
Üçüncü olarak, Libya ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile imzalanan deniz yetki alanlarını sınırlandırma anlaşmalarında olduğu gibi, Türkiye anlaşmalarla kendi kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinin sınırlarını belirleyip başka ülkelerin bu bölgelerdeki ekonomik kaynakları çıkarmaya yönelik faaliyet yapmasını engellemeyi amaçlıyor. Deniz yetki alanlarının sınırları konusunda bölge ülkelerinin maksimalist hareket ettiği düşünüldüğünde, bu anlaşmalarla Türkiye’nin kendi yetki alanlarının sınırlarını garanti altına alması da önemlidir.
Türkiye ile Libya arasında imzalanan mutabakatın Yunanistan’ı ve ona destek veren ülkeleri çok rahatsız ettiği görülüyor, ancak adaların deniz yetki alanlarının sınırlı olacağına dair çok sayıdaki uluslararası yargı kararı Ankara ile Trablus arasında atılan bu adımı destekliyor.
[Türkiye, 11 Aralık 2019]