Hayatımızı yıllar olarak bölsek de yaşadığımız şey sürekliliktir. Hedeflerimiz, arayışlarımız ve dertlerimiz aynı tempoyla yeni yılda da bizi takip eder. Aralık ayını bitirip ocak ayına girmek her şeyi yeni baştan başlatabilmeyi mümkün kılmaz. Keşke mümkün kılsaydı... Ancak her yeni yıla girdiğimizde tazelenen şey ümidimizdir... Sorunlarımızı çözecek yeni adımların atılmasına dair inancımızdır, gayretimizdir...
2015'i uğurlayıp 2016'ya hoş geldin derken benim ülkem adına tek bir dileğim var: Türkiye merkezli olmanın yeniden güçlenmesi. Bu ülkenin güneydoğusunda terörün alan hâkimiyeti için canlar aldığı bir ortamda söz konusu dileğin gerçekleştirilmesinin zor olduğunun farkındayım. Yine de siyasi hayatımızın yeni ortak düzleminin "Türkiye merkezli" olmaktan başka bir seçeneği de yok aslında. Bu tespiti, arkada bıraktığımız yılda yaşadıklarımıza bakarak yeniden ve usanmadan yapabiliriz.
2015 kritik önemde bir geçiş yılı idi. Kastım sadece 1 Kasım seçimlerinden tek partili bir yönetimin, siyasi istikrarın çıkması değil. 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananları daha çok önemsiyorum. Tüm Ak Parti iktidarının muhasebesinin yapıldığı bir ara dönemdi. Dahası, birçok yeni siyasi denklemin de arandığı günlerdi.
HDP'nin "Türkiyelileşme" söyleminden muhalefet partilerinin AK Parti ve Erdoğan karşıtlığının pratik karşılığına birçok şeyin test edildiği zamanlardı. 2015'teki bu kritik kavşağa nereden gelmiştik? Birkaç yıl geriye giderek hatırlatayım. Cumhuriyeti "dönüştürme" ve "restore etme" iddiasındaki AK Parti iktidarı 2013'ten itibaren Gezi eylemleri ile birlikte siyasi bir fırtınanın, anaforun içine girmişti. 17-25 Aralık darbe girişimi, 6-8 Ekim olayları ve peş peşe üç seçim, yaşanan anaforun ara duraklarıydı.
7 Haziran seçimleri sonrasında siyasi fırtınanın en yoğun tezahürlerine şahit olduk. Kurulamayan koalisyonlar ve temmuzda PKK terörünün yeniden başlaması. 1 Kasım seçimleri güçlü bir hükümet ürettiyse de fırtınanın dindiğini söyleyemeyiz. Zira 2016'ya girdiğimiz bu günlerde siyasetimizi zora sokan fırtınanın gözü hâlâ aktif: Suriye-Irak iç savaşı.
Birkaç yıldır yoğun şekilde yaşanan türbülansın ana sebebini iç siyasetin çekişmelerinde bulanlardan değilim. Aksine elit kavgasını tetikleyen şey, Suriye iç savaşının çok yönlü etkileri oldu. Test edilen şey de "Türkiye merkezli" olma konusudur.
Siyasi iktidarların spesifik politika tercihleri her türlü eleştirilebilir. Ancak nihai kertede hiçbir muhalif siyasi oluşumun "Türkiye'ye rağmen" siyaset yürütmesi kabul edilemez. Gülen Hareketi de Kürt milliyetçileri de bu sınavdan geçemediler. Suriye iç savaşı, terörden mültecilere ve bölgesel -küresel güç mücadelesine kadar birçok kaotik sonuç üretti. İşte bu sonuçları karşılarken söz konusu aktörler kendi maslahatlarını Türkiye'nin önüne koydular. Geldiğimiz noktada, paralel yapının kirli geçmişi ortaya çıktı.
PKK-HDP çizgisi ise özerklik adı altında "bağımsız Kürdistan" hayalini Türkiye toplumuna dayatıyor. Bu dayatmayla Türkleri ve Kürtleri "Türkiye merkezli" olmakta toplayan siyasi zemini de tarumar ediyor. Şiddete başvurarak Çözüm sürecini bitiren Kürt milliyetçileri çok sıkıntılı bir adım attılar. Suriye'de PYD- PKK özerk bölgesi kurmanın peşinde koşarak İran ve Rusya gibi ülkelerle stratejik ortaklığa girdiler. Böylece Kürtlerin taleplerini gerçekleştirmenin bu ülkeyi güçlü ve demokratik kılacak şey olduğu yönündeki iç uzlaşmayı baltalıyorlar.
2013 Nevruzunda Çözüm sürecini başlatarak asırlık sorunu çözme cesareti gösteren AK Parti'nin en büyük dayanağı da Türkiye merkezlilikti.
Bahsettiğim şey yayılmacı bir ideoloji değil. Bu ülkenin insanlarının birlikte yaşama iradesinin güçlü duyguları. Seküler, İslamcı, Türk, Kürt hepimizi kuşatan irade, Türkiye'nin ortak kaderine sahip çıkmak. Yeni anayasa görüşmelerinin de Kürt sorununun çözülmesinin de zemini bu irade olmak zorunda.
2016'nın herkes için bu iradeyi güçlendirmesi dileğiyle.
[Sabah, 1 Ocak 2016]