Ve Trump beklenen açıklamayı yaptı. Kutsallığını anmadan ismini zikretmediğimiz, adına şiirler yazılmış Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan etti. Tam da Kudüs'ün düşüşünden yüz yıl sonra.
Yüz yıl önce Müslümanların bağrına saplanmış hançeri bir yüz yıl sonra var gücüyle daha da derine sapladı.
Bu karar güçsüzlüğümüzü ve çaresizliğimizi bir kez daha yüzümüze vurdu. Maalesef alışkanlığımız devam edecek ve buna da hamasetle karşılık vereceğiz.
…
NEDEN ŞİMDİ?
Çünkü hem Amerikan iç siyaseti hem de bölgesel düzlem açısından mevcut konjonktür şu anda uygun. Trump içerde yaşadığı sıkışmışlığı aşmak ve iktidarda kalmak için bu adımı atmış gibi görünüyor. Bir başka deyişle krizin dışarı taşıması gerekiyordu ve bunu yaptı. Nisan ayının ortasında Suriye'ye fırlatılmasını emrettiği füzelerinde amacı buydu, zaman zaman Kuzey Kore'ye karşı çok sert konuşması da. Şimdi de benzer bir hamle yapmış oldu. Zaten seçim sürecinde bunun sözünü de vermişti. Diğer iki konuda müesses nizamı ikna edemediği için de bu karara imza attı. Bu adımın yıkıcı etkisi de umurunda değil.
Öte yandan eğer gerçekten iktidarda kalmak için bu hamleyi yaptıysa elindeki en önemli kozu henüz yolun başındayken harcamış oldu. Bir başka deyişle hiçbir Amerikan başkanının atmaya cesaret edemediği bu adımı atarak misyonunu tamamladı.
Bu madalyonun bir tarafı. Öbür tarafında ise, bu kararın ilanını mümkün kılacak uluslararası atmosfer var. Ve maalesef bu atmosferi oluşturan da iktidar hırsından başka bir motivasyon taşımayan bölge ülkelerinin yöneticileri ve taşeron örgütlerdir. Bu atmosfer sayesindedir ki, ne ABD, ne de İsrail bu karar dolayısıyla hiçbir maliyetle karşılaşmayacak.
En büyük tepkiyi ortaya koyabilecek ülke halkları perişan durumda. On yıllarca biriken ve siyasal bir çıktıya dönüşmesi gereken enerji iç savaşlara evrildi. Mesele Kudüs olduğu için yine de halklar sokaklara dökülecektir, dilleriyle söyleyecek ve güçleri neye yetiyorsa onu yapacaklardır. Ancak yönetici eliti kendi iradeleri doğrultusunda harekete geçirebilecekler mi, maalesef hayır. Halkın iradesi siyasal düzeyde belirleyici bir unsur olma potansiyelini çok zamanlar önce kaybetti. 2011'den bugüne yaşadığımız zaman diliminde benzer bir süreç hala yaşanıyor.
Devletler düzeyinde baktığımızda da durum yine aynı. Bu hamleyi boşa çıkaracak güç ve kapasiteye sahip bir ülke maalesef yok. Ülkelerin bir araya gelerek ABD'ye geri adım attıracak bir işbirliği de şu anda mümkün değil. Suudlulara sorarsanız, İran İsrail'den daha tehlikeli. İran'a bakarsanız İsrail Suud sayesinde varlığını sürdürüyor. Bu tehdit algısı maalesef sadece bu iki ülke arasında kalan bir şey değil. Bölgenin neredeyse tümüne sirayet etmiş bir durumdan bahsediyoruz.
TRUMP NE DEDİ?
Trump'ın açıklaması bütünüyle okunduğunda bu kararın yalnızca Kudüs'ün statüsü ile ilgili olmadığı, Filistin-İsrail barışı ve hatta Ortadoğu'nun yeniden dizaynının ilk adımı olduğu görülür. Ortadoğu Barışı olarak adlandırılan süreci ve iki devletli çözümü yine bu karar üzerine oturtmak için çabalayacak.
Bu hamleyi boşa çıkarma amaçlı adım atacak bir Arap ülkesi zaten yok. Yine de Trump ön almak üzere diğer ülkelere "Ortadoğu barışına katkıda bulunmaları" çağrısı yaptı. Bu çağrıyı herhangi bir itirazın gelmemesi için yaptı. İran tehdidi ile Körfez terbiye edildi. Şimdi yine bu tehdit algısı dolayısıyla İsrail'in yanında saf tutacaklar.
Bu durumda direniş gruplarının daha fazla güçlenmesi ve İran'ın etkisi altına girmeleri beklenir. Bir dereceye kadar da öyle olacak. Ancak bu tarz gelişmelerin ABD ya da İsrail'i geri adım atmasını temin edecek bir noktaya gelmesi zor görünüyor. Dolayısıyla ya doğrudan İran ve İsrail arasında bir savaş yaşanacak ya da zıt kutuplar üzerinde yürüyen bir bölgesel denklem şekillenecek. Bana ikinci seçenek daha olası görünüyor. Bir başka deyişle söylemsel düzeyde sert ve fakat her iki ülke de kendi çıkarlarını gözeterek yürüttüğü bir bölge siyasetine sahip olacak.
[Fikriyat, 7 Aralık 2017].