ABD Başkanı Trump'ın yaptığı açıklama ile ABD, İsrail'deki büyükelçiliğini Kudüs'e taşıma kararını verdi. Bu kararla ABD Kudüs'ü resmi olarak İsrail'in başkenti olarak tanıdığını da açıklamış oldu. Bu açıklama ile Başkan Trump geleneksel ABD dış politika prensiplerinden olan Kudüs'ün statüsünü müzakerelere bırakmaktan vazgeçerek yeni bir yol belirledi. Lafı hiç uzatmadan bu kararı mümkün kılan ve yol açacağı birkaç hususa değinmekte yarar var. Birincisi bu Başkan Trump'ın belki de en öngörülebilir dış politika hamlesi oldu. Kampanya sürecinde başlattığı Kudüs ile ilgili söylemi Trumpyönetiminin ilk günlerinde de sürdürmüştü. Diğer konular hakkında zikzaklar çizmesine rağmen Trump Kudüs konusunu hiçbir zaman gündeminden düşürmedi. Yönetimindeki diğer kendisine yakın birkaç ismin de bu konuda oldukça ısrarcı olduğu biliniyordu. Mike Pence kendi tabanını oluşturan evanjelist grupların da baskısıyla böyle bir kararı destekleyecek durumdaydı. Bunun yanında hem damadı Jared Kushner hem de uluslararası müzakerelerden sorumlu danışmanlardan Jason Greenblatt bu ajandayı destekleyen isimler arasındaydı. Dahası bu süreç Trump'ın diğer dış politika kararlarıyla karşılaştırıldığında daha sorunsuz kabul görmüş izlenimi verdi. Her ne kadar geçtiğimiz günlerde haberlerde hem Savunma Bakanı Mattis hem de Dışişleri Bakanı Tillerson'ın bu karara itiraz ettiği ifade edilmiş olsa da diğer krizlerle karşılaştırıldığında bu karşıtlık oldukça zayıf kaldı. Örneğin İran yaptırımlarının gündemde olduğu bir dönemde Savunma Bakanı Kongre'de yaptığı konuşmada açıkça Trump'tan farklı bir pozisyonu savunmuştu. Dışişleri Bakanı'nın da başta Kuzey Kore meselesi olmak üzere birçok konuda Trump'tan farklı bir pozisyonu açıktan desteklediği biliniyordu. Bu kararın açıklamasından sonra ise ne Tillerson ne de Mattis'ten bu konuda bir ses çıkmadı. Bunun bir sebebi elbette ki Tillerson'ın son zamanlarda görevden alınacağına dair medyada çıkan haberler. Trump en baştan beri İsrail-Filistin meselesini Jared Kushner'a vererek zaten Dışişleri Bakanı'na bu konuda çok ciddi yetki vermek istemediğini gözler önüne sermişti.
Karar kimin çıkarına? İkinci husus her ne kadar Başkan Trump yaptığı konuşmada kararın ABD'nin çıkarlarına en uygun davranış olduğunun altını çizmiş olsa da gerçekten bu kararın ülkenin çıkarına ne şekilde hizmet edeceği meselesi tam olarak anlaşılmış değil. Sadece dış gözlemciler değil aynı zamanda ABD'deki en önemli uzman ve eski yetkililer de kararın ABD çıkarları ile bir ilgisini bulabilmiş değil. Bazı uzmanlar kararda ABD çıkarına bir durum olmadığı gibi ülke çıkarlarını ilgilendiren bir strateji ve planın da olmadığı ifade etti. Bunun yanında diğer bir grup uzman da Trump'ın ABD çıkarlarını belirtirken bunu İsrail'in çıkarları ile bütünleştirmesini oldukça problemli buldu. Bunlara göre her ne kadar İsrail ABD'nin partner ve dostlarından biri olsa da Washington'ın dış politikasının İsrail'i desteklemekten başka daha ciddi dış politika önceliklerine ihtiyacı var. Dolayısıyla Trump'ın bu konuşması sırasında Kudüs meselesini ABD çıkarı olarak ortaya koyması fazla ikna edici bulunmadı. Bu kararın ortaya çıkaracağı yan etkilerin ne şekilde yönetileceği sorusu da cevapsız kalmış durumda. Dahası karar ABD'yi bölgede izole ederken ABD karşıtı havanın dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkmasına da sebebiyet verecek. ABD'nin geleneksel müttefik olarak tanıdığı AB ve İngiltere bu konuda Beyaz Saray'a karşı pozisyon alırken Türkiye'de meselenin kendisi için bir kırmızı çizgi olduğunu belirtmişti. Dolayısıyla Kudüs hamlesi ABD için yeni bir yalnızlaştırıcı etken olarak ortaya çıkacak. Bu noktada ortada ABD çıkarı olmadığına göre Trump'ın bu kararı almasında en önemli etken olarak speküle edilen meseleler arasında şu an Trump kampanyası ve bazı yakın çalışma arkadaşları hakkında yürütülen soruşturmalar bulunuyor. Eski FBI Başkanı Mueller'in yaptığı bu soruşturmada şimdiye kadar dört kişi hakkında iddianame hazırlanırken bunların ikisi anlaşma yoluyla itirafçı oldu. Bu noktada Trump'ı Ulusal Güvenlik eski Danışmanı Flynn hakkındaki soruşturma özel olarak ilgilendiriyor. Bu soruşturmanın son bir hafta içinde Jared Kushner ve dolayısıyla Trump'ın yakın çevresine fazlasıyla yaklaşması Trump yönetimindeki önemli isimlerin siyasi kariyeri için oldukça önemli. Buradaki ironi ise Flynn soruşturmasında da İsrail konusunun fazlasıyla öne çıkıyor oluşu. Flynn'in Rus elçiyle yaptığı görüşmede İsrail ile ilgili BM Güvenlik Konseyi tasarısının veto edilmesi için henüz Obama yönetimi görevdeyken çalışmalarda bulunduğu yolundaki iddia oldukça önemli. Üçüncü mesele ise Trump'ın konuşmasında müteaddit kereler barışa vurgu yapması ve hatta yapılacak elçilik binasının barışı temsil edeceğini ifade etmesi. Şimdiye kadar Trump'ın verdiği Kudüs kararının barış sürecine katkıda bulunacağı çok fazla uzmanı ikna etmiş değil. Müzakereler sonrası belirlenmesi gereken ve iki devletli çözümün ana dayanaklarından biri olan Kudüs'ün statüsü meselesinin tek taraflı bir ABD kararı ile belirlenmesinin özellikle İsrail'e bir barış sürecine girmesi için ne tür bir teşvik sağlayacağı tam da anlaşılmamış meseleler arasında bulunuyor. Tüm bu hususların gösterdiği Trump yönetiminin kısmen iç politikadayaşanan zorluklar konusunda dikkat dağıtma çabası kısmen de kendi tabanına verilmek üzere bir mesaj olarak Kudüs konusunu seçtiği. Yukarıda da ifade edildiği üzere dış politik karar verme mekanizmasının tam olarak oluşturulamamış olması ve geleneksel olarak bu konudan sorumlu olan Dışişleri Bakanı'nın sürecin tamamen dışında tutulması ABD'de oldukça derinden hissedilen yönetişim krizini ortaya koyuyor. Verilen kararın yaratacağı tepki ve bu kararın aksi tesirlerinin de yönetim tarafından yeterince dikkate alınmış olunma ihtimali bu noktada görünmüyor. Son yıllardaki ABD dış politikasına baktığımızda bu meselenin ele alınış ve uygulanış tarzının, tüm plansızlık ve tüm tek taraflılığıyla Bush'un Irak'ı işgali ve Obama'nın "kırmızı çizgi" konusunda verdiği son dakika kararını andırıyor. Kudüs kararı tıpkı onlar gibi dünyayı kızdıran ve uzun vadede ABD'yi yalnızlaştıracak bir karar.
NEREDEN NEREYE?
- 1947-Yahudiler Filistin nüfusunun sadece 1/3'ünü oluşturuyor ve Filistin topraklarının yüzde 6'sına sahip.
- 29 Kasım 1947, BirleşmişMilletler'in bölme planı- Toprakların yüzde 56'sını Yahudilere verdi. Ayrıca planda Kudüs'e BM Vesayet Konseyi'nin himayesinde silahtan arındırılmış uluslararası bir statü verildi.
- 14 Mayıs 1948- İsrail'in kuruluşu ilan edildi.
- 1948 Arap-İsrail Savaşı- 700.000 Filistinlinin mülteci haline gelmesine sebep oldu. Savaş sonunda İsrail'in toprakları Filistin'in yüzde 77'sine tekabül ediyordu, yani Batı Şeria, Doğu Kudüs ve Gazze Şeridi dışındaki tüm topraklar.
- 1967 Altı Gün Savaşı- İsrail tüm Filistin'i işgal etti. 5 Haziran'da Doğu Kudüs'ü ele geçirdi ve yerleşimci programını başlattı.
- 1980- İsrail Kudüs'ü "birleşik başkent" ilan etti. BM uluslararası hukukun ihlali olarak gördüğü bu ilanı geçersiz sayan 478 sayılı bir Karar aldı.
- 1987- İlk İntifada.
- 13 Eylül 1993- İsrail ile FKÖ arasında Oslo Barış Anlaşması imzalandı.
- 26 Ekim 1994: İsrail ve Ürdün 45 yıllık düşmanlığa son veren barış antlaşmasını imzaladı. İsrail Kudüs'te, Müslümanlar için kutsal bölgelerde Ürdün'ün özel rolünü kabul etti.
- 2000, İkinci İntifada: İsrail'de eski başbakan Ariel Şaron, Kudüs'te Mescid-i Aksa'yı ziyaret edince Filistinliler bunu kışkırtma olarak nitelendirdi ve protestolar sonrası İkinci İntifada başladı.
- 23 Eylül 2011: Filistin Yönetimi tam üye "devlet" statüsü kazanmak amacıyla Birleşmiş Milletler'e başvurdu.
- 31 Ekim 2011: Filistin, UNESCO'ya tam üyelik hakkı kazandı ve kurumun 194. üyesi oldu. Bunun ardından İsrail Doğu Kudüs'te yerleşim birimlerinin hızlandırılması kararı aldı.
- 30 Kasım 2012- BM Filistin'e, BM'de "üye olmayan gözlemci devlet" statüsünü verme kararını aldı. BM Genel Kurulu'ndaki oylamada Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden Fransa, Rusya ve Çin bu kararı desteklerken İngiltere çekimser kaldı ABD ise hayır oyu kullandı.
- 6 Aralık 2017- Trump Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıdı.
- 7 Aralık 2017- Hamas lideri Haniye intifada çağrısında bulundu.