SETA > Yorum |
Gezi Parkı Muhasebesi

Gezi Parkı Muhasebesi

Türkiye'de Gezi Parkı'yla başlayan protestolar temelinde farklı perspektiflerin Türkiye'yi tanımlama mücadelelerinin farklı bir alanda devam etmeleriyle alakalıdır.

Gezi parkıyla baÅŸlayan ve daha sonra da daha geniÅŸ kitlelere ulaÅŸarak farklı ÅŸehirlerde devam eden protestolar ilk haftasını bitirirken anın harareti ile (dez)enformasyon mücadelelerinin etkisinde kalmadan bu protestoların saÄŸlıklı bir muhasebesinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu süreçle alakalı yapılması gereken ilk tespit, hükümetin bu süreçte baÅŸarılı bir kitle iletiÅŸim ve kamu diplomasi çalışması ortaya koyamadığıyla alakalıdır.  Toplumun meseleyle alakalı algısı önemli ölçüde sosyal medya üzerinden dolaşıma sokulan bir kısmı gerçek olsa da önemli kısmı dezenformasyon ürünü olan haber ve paylaşımlarla ÅŸekillenmektedir. AK Partili yetkililerin Gezi Parkı’na AVM yapılmasının hiçbir zaman gündemlerinde olmadığına dair beyanatlarına raÄŸmen protestocuların ve halkın olayları “hükümetin Gezi Parkına AVM yapmak için aÄŸaçları kesmesini engelleme” giriÅŸimi olarak okuması hükümetin toplumsal algıyı yönetmedeki baÅŸarısızlığının açık bir göstergesidir.

Bu süreçle alakalı söylenmesi gereken ikinci husus ise polisin olayların ilk baÅŸlangıç aÅŸamasında göstericilere karşı aşırı güç kullanarak siyasal alanda tutulabilecek bir meseleyi polisiye alana ittiÄŸidir. Polisin, buna benzer toplumsal olaylarda çok kolay bir ÅŸekilde aşırı güç ve gaz kullanmaya baÅŸvurması siyasal alanı daralttığı gibi polisiye meselelerin alanını geniÅŸletmektedir. Bu yaklaşım reddedilmelidir. Tabii ki, bu polisin varlık sebebini teÅŸkil eden asayiÅŸi saÄŸlama görevinin ortadan kaldırılması manasına gelmez. Ä°stiklal Caddesi’nde Ziraat Bankası ve diÄŸer birçok iÅŸyerinin yakılması, Karşıyaka’da AK Parti merkezinin yakılması, Ä°zmir’de BDP il binasının göstericiler tarafında kuÅŸatılması ve benzeri durumlarda polisin göstericilere müdahale etmesi varlıklarının ana gerekçesini oluÅŸturmaktadır. Fakat, bu müdahale alanının sınırları iyi tayin edilmeli ki, toplumsal asayiÅŸten sorumlu bir kurum toplumsal huzursuzluÄŸun merkezi haline dönüÅŸmesin.

ARAP BAHARI BENZETMESÄ° 

Bunlara karşın, devam eden bu protestolarla Arap devrim(ci)leri arasında parallelik kurulması yüzeysel bir okumaya iÅŸaret etmektedir. Bir protestonun ruhunu ve niteliÄŸini en iyi belirleyen unsurların başında o protestolar süresince kullanılan baskın söylem ile atılan sloganlar oluÅŸturmaktadır. Arap Devrimlerin ana sloganını “ekmek, adalet ve özgürlük” oluÅŸturmaktadır. Bu sloganla ifade edilen üç husus da eski rejimler tarafından karşılanmayan talepleri ifade etmektedir. Bu taleplerin halk ayaklanmalarıyla sokakta dillendirilmelerinin sebebi ise bunların sandıkta ve demokratik kanallarla ifade edilme imkanlarından yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır. BaÅŸka bir ifadeyle, Arap toplumlarının meÅŸru, insani ve demokratik taleplerini yansıtan gösteriler bugüne kadar o ülkelerde hüküm süren ve sandıkta deÄŸiÅŸtirilemeyen tek bir siyaset yapma mantık ve tarzının sokakta deÄŸiÅŸtirilip, çoÄŸulculaÅŸtırma giriÅŸimini ifade etmektedir. 

Türkiye’de bu protestoları baÅŸlatan ve ilk katılan grupların  bir kısmı son derece meÅŸru ve haklı hem çevre hem de genel demokratikleÅŸmeyle alakalı taleplere sahipti. Buna karşın, protestoların küçük bir gruptan çıkıp toplumsallaÅŸmasını saÄŸlayan ana dinamik Türkiye’nin her yönüyle yeniden tanımlanma sürecine girdiÄŸi bir dönemde farklı Türkiye vizyon ve perspektiflerinden birinin (önemli ölçüde eski rejimi temsil eden milliyetçi, Kemalist ve seküler kesim) sürekli sandıkta yenilmesinin yanında daha önce dayandığı askeri ve sivil bürokratik zeminin de ortadan kaybolması nedeniyle mücadeleyi farklı bir alanda devam etme giriÅŸimini temsil etmektedir. 

PROTESTOLARI TOPLUMSALLAÅžMASI

Bu yaÅŸananların en nihayetinde farkı perspektiflerin mücadelesi olduÄŸunu en rahat ÅŸekilde idrak edebileceÄŸimiz alanların başında eylemlerde kullanılan sloganlar oluÅŸturmaktadır. Tahmin edilebileceÄŸi gibi “ErdoÄŸan istifa!” sloganı bu protestolarda en fazla duyulan slogan olurken bunu takip eden ikinci sloganı “hepimiz Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı oluÅŸturmaktadır. Bu sloganı tahkim eden baÅŸka bir slogan ise sık sık duyulan “ne mutlu Türküm diyene” sloganı teÅŸkil etmektedir.

Bu her iki sloganın ruhunu belirleyen ve eylemlerin toplumsallaÅŸmasını saÄŸlayan ana perspektifi ulusalcı yaklaşım oluÅŸturmaktadır. Bu tartışmayla doÄŸrudan bir alakası olmayan BDP’nin Ä°zmir Ä°l Binasının geçtiÄŸimiz Cumartesi günü iki sefer sayıları 3 - 4 bine varan göstericiler tarafından ablukaya alınmaya çalışılması bu ulusalcı yaklaşımın bir tezahürüdür. Bu gösterilerin son 10 yılda devlet ve toplumsal algıda yaÅŸanan laiklik algısının yanında son dönemlerde yaÅŸanan barış süreci ve bunun uzantısı olarak yaÅŸadığımız kimlik tartışmasının arka planda olduÄŸu bir zaman diliminin Türkiye’sinde yaÅŸandığının da akılda tutulması gerekmektedir.   

Dolayısıyla, Arap Baharı’yla kavramsallaÅŸtırılan olaylar tek bir siyaset yapma yöntem ve perspektifine itirazı ifade etmektedir. Bu itirazda kendisini seçim sandığında ifade etme imkanından yoksun olduÄŸu için ancak sokakta ifade edebildi. Buna karşın, Türkiye’de Gezi Parkı’yla baÅŸlayan protestolar temelinde farklı perspektiflerin Türkiye’yi tanımlama mücadelelerinin farklı bir alanda devam etmeleriyle alakalıdır. Bu perspektiflerden birini temsil eden ulusalcı vizyon, son 10 yılda sandık ve demokratik mekanizmalar aracılığıyla yapamadığını sokaÄŸa taşıyıp toplumsallaÅŸtırarak yapmaya çalışmaktadır. Sonuç olarak, nasıl ki Arap Dünyası için pazarlanan Türkiye modeli her daim problemli bir önermeyi teÅŸkil ettiyse, Türkiye’nin büyük ÅŸehirlerinde yaÅŸanan protesto gösterileriyle Arap Dünyasında yaÅŸanan halk ayaklanmaları arasında paralellik kurulması da eÅŸit ölçüde sorunlu bir mantığa iÅŸaret etmektedir.

[Star Açık GörüÅŸ, 9 Haziran 2013]