İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılma kararı alması Türkiye'nin pozisyonu ile ilgili tartışmaları hızlandırdı. "Türkiye ne yapmalı" sorusunu sormanın ve buna makul cevaplar üretmenin tam zamanı. Cumhurbaşkanı Erdoğan AB ile ilişkilerimize dair son derece net mesajlar verdi. Erdoğan, AB'nin Türkiye'yi uzun yıllardır oyaladığını ve içine almak istemediğini, gelinen noktada bu durumun Türkiye'ye, AB ile ilişkilerini gözden geçirme hakkı verdiğini vurguladı. Cumhurbaşkanı uzun süredir AB'nin yükselen aşırı sağ, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamofobi dolayısıyla içe kapandığını ve bu durumun da Türkiye'ye olumsuz yansıdığını ifade ediyor. Gerçekten de AB son dönemde Türkiye'nin egemenlik hakkını hiçe sayan bir pozisyonda durdu. Türkiye'nin terör örgütlerine karşı yürüttüğü mücadeleye destek vermedi. Aksine Türkiye'ye ayak bağı olmaya, terör örgütü PKK'ya alan açmaya çalıştı. AB, Türkiye'nin iç işlerine müdahil bir görüntü vermekten geri durmadı. Yer yer siyasi baskı aracına ve Türkiye siyaseti üzerinde bir vesayet aygıtına dönüştü. AB, Türkiye'nin gerçekliğini ve ihtiyaçlarını görmezden gelmeyi, sahici ve fonksiyonel siyasi liderliğini ise tanımamayı tercih etti. Türkiye siyasetini "Erdoğan karşıtlığı"ndan aldığı hazza teslim etti. Oysa Türkiye toplumunun önemli bir kesimini AB sürecine ikna eden Erdoğan'dı. Bugün AB'li siyasetçiler, kendi toplumlarını AB'nin varlığına ve önemine ikna etmekle ilgili çok ciddi bir kriz içindeler. Bu ortamda Erdoğan'ın Türkiye toplumunu AB'nin krizine, müdahalelerine ve bu ülkeye yaratacağı maliyetlere ilişkin ikna etmesi çok zor olmayacaktır. Ülkemizde Türkiye-AB ilişkilerini komplekssiz bir tarzda ve normal bir zeminde konuşmak hiç de kolay değil. Meselenin önemli bir boyutu bizim Batılılaşma pratiğimizle ilgili. Bu sürecin önemli unsurlarından olan Batıcılar AB ile ilişkilerimizi "tutkulu bir aşk"la ele aldılar. 2002 sonrasında bunların bir kısmı Türkiye'nin AB sürecini iyi yönetiyor diye AK Parti'ye destek oldular. Her ne olursa olsun "Batı ekseninde yer almak" onlar için temel esastı. Ben onlara dogmatikler diyorum. AB'nin şu andaki hali, Türkiye'ye ilişkin tutumu dogmatikleri ilgilendirmiyor. Onlara göre AB ile ilişkilerimiz tartışılamaz, tartışılması teklif dahi edilemez! AB- Türkiye ilişkilerini normal bir zeminde konuşmamızı zorlaştıranlar sadece onlar değil. Bir de pragmatiklervar. Onlar da Erdoğan'ın popülizm yaptığını savunup, "Türkiye'nin AB'ye ihtiyacı var" diyorlar. En önemli gerekçeleri ise ekonomik. AB'nin Türkiye ekonomisine büyük bir katkı sunduğundan dem vuruyorlar. Bir de AB'nin Türkiye'nin demokratikleşmesine katkı sunan bir güç olduğunu belirtiyorlar. Bunların doğru olduğunu varsaysak bile, bahsettikleri AB ile karşımızdaki AB aynı değil. Sorun da burada. Fakat bugün olan biteni sağlıklı biçimde analiz etmemizin önüne geçmeye çalışan üçüncü bir grup var ki bunlar en sorunlusu. Bunlara da oportünistler diyelim. Kaybedenler kulübüne üye örgütlü aktörler! Bunlar da çıkmış, "Türkiye'deki otoriterleşmenin panzerihi AB değerleridir" diye propaganda yapıyorlar. Avrupa'daki Erdoğan karşıtlığından kendilerine söylem takviyesi oluşturmaya çalışıyorlar. Türkiye AB ilişkileri eğer bir himaye yahut sömürü ilişkisi değilse, esas olan karşılıklı çıkarsa o zaman tam da şu anda Türkiye'nin bir özne olarak kendi çıkarını düşünmesi, var olan krizleri fırsata çevirmek için çaba sarf etmesi gerekiyor. Bu hem hakkı, hem de vazifesi...
[Sabah, 27 Haziran 2016].