İlginç bir dönemde yaşıyoruz. Dünyada küreselleşme paradigması, Türkiye'de ise Batılılaşma paradigması çöküyor. Bir yanıyla bir çöküş sürecine tanıklık ediyoruz. Öte yandan hem dünyada hem de Türkiye'de bir yeniden inşa süreci ile karşı karşıyayız. Ne var ki arada önemli bir fark var. Türkiye'nin yaşadığı yeniden inşa sürecinin yönü belli. Türkiye bir yandan vesayet sisteminin tasfiyesini, öte yandan halk egemenliğinin tesisini mümkün kılacak şekilde devletini yeniden yapılandırıyor. Bu süreçte içeriden ve dışarıdan kendisine yöneltilen ağır saldırılara karşı mücadele veriyor. Bu mücadelenin dilini ise milli birlik ve beraberlik söylemi etrafında şekillendiriyor. Bağımsız bir dış politika ve ekonomi politikası yürütüyor, bunu sürdürülebilir hale getirmek için çabalıyor. Gelgelelim küresel alanda yaşanacak dönüşümün yönü belli değil. Küreselleşme paradigmasının yerini neyin alacağı, 1990'ların yerle yeksan olmaya başlayan liberal dünya tasavvurunun yerine neyin konacağı henüz açıklığa kavuşmadı. 1990'larda tarihin sonundan, Amerikan değerlerinin egemenliğinden, ulus-devletin çöküşünden ve milliyetçiliğin anlamsızlığından bahsedilerek yüceltilen küreselleşme paradigması bugün artık giderek marjinalleşen bir fikir akımına dönüşmüş durumda. Daha net söyleyelim. Geldiğimiz noktada küreselleşme paradigması dünya siyasetindeki karşılığını yitirmiş durumda. Ufukta küresel alanı şekillendirecek yeni bir tasavvur, liberal öğretinin yerini alacak yeni bir söylem de gözükmüyor. Yeni dönemde dünya ABD başta olmak üzere küresel aktörlerin ekonomide korumacılık, siyasette popülizm ve dış politikada acımasız bir pragmatizmle hareket edecekleri bir sürece girdi.
***
Türkiye, 2010'dan itibaren Obama yönetimince temsil edilen Amerikan küreselleşmeci siyasetinin birçok negatif etkisine maruz kaldı. Daha açık söyleyelim, son yıllarda Türkiye Obama yönetiminin yıpratma siyasetinin hedefinde yer aldı. Esasında Obama yönetiminin Türkiye tasavvurunda Erdoğan'a, onun siyasi vizyonuna hiç yer olmadı. Erdoğan'ı ve temsil ettiği siyasi fikriyatı Türkiye için bir sapma olarak gördü Obama yönetimi. Aynı şekilde Türkiye'nin yaşadığı dönüşümü de ABD çıkarlarına aykırı buldu. Oysa fark etmediği bir şey oldu. ABD'yi de içine alarak dönüştüren sert bir siyasi dalga dünyada egemen olmaya başladı ve o da Obama yönetiminin temsil ettiği siyasi yaklaşımı tarihin dışına itti. Obama yönetiminin fark edemediği bir diğer husus ise Türkiye'nin bir süredir bu küresel dönüşüme hazırlandığıydı. Ne yazık ki Obama döneminin elitleri Türkiye'yle ilgili bu son derece hatalı ve ideolojik değerlendirme biçimlerini yeni yönetime pazarlama çabası içindeler. Geçen hafta Bipartisan Policy Center bir rapor hazırladı. Morton Abromowitz ve Eric Edelman'ın yönetiminde hazırlanan bu rapora Henri Barkey başta olmak üzere 10 kişi katkı verdi. Raporda Türkiye'yle ilgili sözümona bazı "mitler"den bahsedilmiş ve yeni yönetimin bu mitleri dikkate almaması gerektiği vurgulanmış.
"Erdoğan Türkiye'nin en güçlü aktörü ve ABD onunla çalışmak zorunda" tezi bunların başında geliyor. Raporda yeni yönetime birtakım somut tavsiyeler de sıralanıyor.
- Fetullah Gülen kesinlikle iade edilmesin!
- ABD İncirlik üssü yerine kendisine bölgede bir başka üs bulsun!
- "Ermeni soykırımı tasarısı" kabul edilsin!
- Türkiye'nin PKK'ya karşı sınırları içinde ve dışında yürüttüğü mücadele engellensin!
[Sabah, 5 Ocak 2017].