On binlerce insanın hayatına mal olan Koronavirüs (Covid-19) salgını her geçen gün etkisini artırırken yeni çağa geçiş, uluslararası sistemde değişiklik, yeni dünya düzeni gibi tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Ortaya çıkan argümanların temelinde ulus devlet vurgusunun artacağı, uluslararası kuruluşların güvenilirliklerinin ve geçerliliklerinin sorgulanacağı, liberal dünya düzeninin sona ereceği tartışmaları bulunmaktadır. Bu bağlamda ABD’nin Trump yönetimi ile benimsediği “Önce Amerika” politikasına benzer –İngiltere’de olduğu gibi– önce İngiltere, önce Fransa gibi yaklaşımların ortaya çıkacağı; Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), G20 ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi kuruluşların geleceklerinin de sorgulanacağı öngörülmektedir.
Bir alt katmandan incelediğimizde ise karar alma mekanizması etkin ve güçlü hükümetlerin ve liderlerin öneminin arttığı, filhakika salgınla mücadele konusunda otokratik yönetimlerin demokratik yönetimlere nazaran daha fazla ön plana çıktığı da ifade edilmektedir. Aşınan uluslararası kurumlar, küreselleşmenin aldığı darbe ve demokratik yönetimlerin salgınla mücadelede başarısız algılanmaları uluslararası siyasette uzun yıllardır hakim liberal değerleri de olumsuz etkilemektedir. Diğer yandan ise karşılıklı bağımlılığın çok kuvvetli olduğu dolayısıyla küreselleşmenin önüne geçemeyeceği ve ülkelerin salgın sonrasında birbirleri üzerindeki nüfuzlarını sağlık sektörü, eğitim, biyogüvenlik, siber güvenlik, gıda güvenliği, biyomedikal ürünler aracılığıyla artırma yarışına girecekleri tartışılmaktadır. Şüphesiz her ülke bahse konu değişime göre iç ve dış politikasını konumlandırmaya çalışmakta, bu çabalar aynı zamanda yeni güç rekabeti konusunu da ortaya çıkartmaktadır. Söz konusu tüm tartışmaların odak noktasında Çin, ABD ve AB ülkeleri bulunsa da çok kutuplu dünya düzeninde belirleyici aktörlerden biri olan Rusya’nın koronavirüse yaklaşımı ve yeni dünya düzeni tartışmalarında kendisini nasıl konumlandıracağı aynı derecede önem arz etmektedir.
Rusya’nın Koronavirüsle Mücadelesi
Salgınla mücadele bağlamında Rusya’daki vaka sayılarının ilk başlarda diğer ülkelere kıyasla görece düşük seyrettiğini ancak 7 Nisan itibarıyla artış göstermeye başladığını söyleyebiliriz. Tüm önlemlere ve sokağa çıkma yasaklarına rağmen resmi rakamlara göre yeni vaka sayıları önce binlerle ve ardından 4 binlerle artmaya başlamıştır. Toplam enfekte olan hasta sayısı 23 Nisan itibarıyla yaklaşık 62 bine ulaşırken ülkede yapılan toplam test sayısının 2,4 milyonu geçtiği bilinmektedir. Toplam hayatını kaybedenleri sayısı ise yalnızca 555’tir. Veriler analiz edildiğinde Rusya toplam test sayısında ABD’nin arkasında dünyada ikinci sırada gelirken test sayısına oranla toplam vaka ve ölüm sayıları oldukça düşüktür.
Uzmanlar alınan tedbirlere halk uyduğu sürece söz konusu artışın test sayısı fazla olduğu için 4 binlere çıkmasının normal olduğunu, sokağa çıkma yasağı erken uygulandığı için sürecin de hastane doluluğu ve tepe noktası hususlarında daha kolay yönetileceğini belirtmektedir. Bu vaka artışına ve test sayılara rağmen vefat rakamlarının düşük seyretmesi konusu –Rusya’nın hastane koşullarının özellikle yoğun bakım şartlarının ve fiziksel imkanlarının yeterli olmadığı da göz önünde bulundurulduğunda– farklı iddiaları da beraberinde getirmektedir. Bu noktada muhalefetin ve bazı önde gelen muhalif figürlerin Rusya’da sayıların düşük gösterildiği, ölümlerin ve vakaların solunum yetmezliği veya zatürre olarak kayıt edildiği yönünde öne sürülen iddialar ilk günden beri devam etmektedir.
En çok vakanın olduğu bölge Moskova’nın ardından da Moskova Oblastı’dır. İki bölgenin toplam vaka sayısı 41 bini geçerken ölü sayısı yaklaşık 350, iyileşen hasta sayısı ise yaklaşık 2 bin 600’dür. Ülkede yayılımı önleme amaçlı alınan ilk ve ciddi tedbirler bu bölgelerde olurken benzer uygulamalar koronavirüsle birlikte tüm eyaletlere yayılmıştır. St. Petersburg da 2 bin 400 vaka ile bu bölgelerin hemen arkasından gelmektedir.
Koronavirüs sonrası petrol fiyatlarının çakılması, milli gelirde devam eden düşüş ve Rus rublesinin değer kaybı Moskova yönetimi üzerindeki baskıyı daha da artırmaktadır.Diğer ülkelerden farklı olarak Rusya’nın sahip olduğu federal yönetim yapısı koronavirüs nedeniyle önemli bir meydan okuma ile karşı karşıyadır. Bu meydan okumanın doğru yönetilememesi durumunda Rusya’nın salgın sonrası düzende kendisini konumlandırmasında ciddi etkisinin olacağı beklenmektedir. Zira Moskova yönetimi ile federal yapılar arasında alınan önlemler noktasında anlaşmazlıklar çıktığını görmekteyiz. Özellikle Çeçenistan Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov merkez yönetimden bağımsız aldığı şehir karantinası gibi tedbirler nedeniyle Başbakan Mişustin’in son dönemde eleştirilerine maruz kalmıştır. Cumhurbaşkanı Kadirov da Gazprom, Novaya Gazeta ve Rusya’nın Federal Güvenlik Servisi FSB hakkında daha önce örneği görülmemiş bir şekilde karşı eleştirilerde bulunmuş ve oldukça tepki toplamıştır. Bu durum da Çeçenistan ile Moskova hükümetinin aynı zamanda domino etkisiyle öncelikle tüm Kuzey Kafkasya bölgesinde ardından diğer bölgelerde, bilhassa da Rus etnik nüfusun düşük ve Müslüman nüfusun yüksek olduğu yerlerde, merkezi yönetim ile federal yapıların arasını açabileceği hususunu gündeme getirmektedir. Zira sağlık koşulları da her bölgede farklılık göstermektedir. Bahse konu bölgelerde –merkez federal yapılara kıyasla– daha kötü durumda olan sağlık koşulları ilerleyen günlerde vakalar artmaya devam ederse halk içerisinde endişe ve güven kaybına da neden olabilir. Son tahlilde koronavirüs Rus siyasetinde ve yönetim şeklinde önü alınmadığı takdirde radikal değişikliklere sebebiyet verebilir. Bu nedenle halihazırda anayasa değişikliği bağlamında reform süreci içerisinde bulunan Moskova yönetimi salgınla mücadeleye ve salgın sonrası sürece ilk günden beri ciddi mesai harcamaktadır.
Rusya’yı Bekleyen Meydan Okumalar
Ulus devlet kavramının öne çıkması Rusya için olumsuz fakat olağan bir etkiye sahip olacaktır. Zira Rusya Federasyonu parçalı ve çok etnikli bir yapıya sahiptir. Nüfusun yüzde 20’si başta Tatar, Çeçen, Ukraynalı ve Başkurt olmak üzere diğer etnik gruba mensup halklardan oluşmaktadır. Ülkede göçmenler dahil 12 milyona yakın Türk nüfus yaşamaktadır. Dolayısıyla önce Rusya politikası yerine Rus kimliğinin öne çıkartılması koronavirüsle baş gösteren federal-merkez çatışmalarını körükleyebilir. Keza yeni anayasa değişikliği ile birlikte benzer yaklaşımla Rus etnik kimliğine kurucu unsur özelliği atfedildiği ve verilen önemin artırıldığı görülmektedir. Bu durum ülkenin birçok bölgesinde kurucu özelliğe sahip diğer halkların ilk günden beri tepkisi çekmektedir. Bu minvalde baktığımızda Rusya Federasyonu altında yaşayan diğer etnik kökene sahip halklar arasında huzursuzluk artabilir, iç politikadaki istikrar ve sürdürülebilirlik zarar görebilir. Bununla beraber koronavirüs sonrası petrol fiyatlarının çakılması, milli gelirde devam eden düşüş ve Rus rublesinin değer kaybı Moskova yönetimi üzerindeki baskıyı daha da artırmaktadır. Ekonomik bunalım –sağlık yönetimi iyi de olsa– iç politikadaki sürecin yönetimini zorlaştıracaktır. Her ne kadar bu zor günlerde halk istikrarlı ve güçlü liderlikten yana olacaksa da (benzer vurgu Duma üyeleri arasında da yapılmakta) 2024 sınavının aşılabilmesi için halk nezdinde krizin etkilerinin minimuma indirilmesi önemli bir eşiktir. Aksi takdirde referandumda anayasa değişikliği onaylansa dahi Putin’in geleceği tehlikeye girebilir.
Rusya’nın dış politikasına bakıldığında ilk sırada Putin doktrini olarak nitelendirebileceğimiz ülkenin küresel etki merkezi pozisyonunun muhafaza edilmesinin olduğu görülmektedir. Bunu ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü, komşu ülkelerle iyi ilişkilerin geliştirilmesi, Rus vatandaşlarının haklarının korunması, Rus dili ve kültürünün tüm dünyaya yayılması unsurları izlemektedir. Olmazsa olmaz olarak nitelendirdiğimiz bu öncelikli unsurların tamamı Rusya Dışişleri Bakanlığının 2000’den bu yana sekiz yıl arayla yayımladığı dış politika stratejilerini belirleyen belgelerin tamamında yer almaktadır. Rusya’nın dış politika uygulamalarına baktığımızda da bu unsurlara yönelik atılan adımları ve liderlerin retoriklerini görmekteyiz. Bu kapsamda en belirleyici olarak karşımıza büyük güç statüsünün korunması diğer bir deyişle küresel etki merkezi konumunun muhafaza edilmesi çıkmaktadır. Bu stratejinin arkasında da temelde Moskova’nın benimsediği yayılmacı girişimler ve bu yönde yürüttüğü politikalar bulunmaktadır.
Yakın coğrafyasında artan Çin nüfuzunu ve ABD’nin çevreleme politikasını dengeleme hedefiyle izlenilen bu stratejiyi Rusya’nın küresel etki merkezi pozisyonunu muhafaza politikalarına ilişkin attığı adımlar olarak okuyabiliriz.Liberal dünya düzeninin her daim karşı sathında yer alan Rusya bu düzenin koronavirüs etkisiyle daha da yıpranmasından memnuniyet duyacak ülkelerin başında gelmektedir. Söz konusu düzenin sacayağı olarak nitelendirilen AB ve NATO gibi kurumların sorgulanmaya başlaması Kremlin yönetimi tarafından fırsat olarak görülmektedir. AB üyesi ülkelerin kendi bünyesinde diğerlerine nazaran daha zor durumda olan İtalya ve İspanya gibi ülkelere tıbbi destekte bulunmaması ve yardım götürülmesi noktasında son derece pasif kalması Birliğin hem küresel imajını olumsuz etkilemiş hem de üye devletler nezdinde işlevselliğini sorgulanır hale getirmiştir. Bunun yanı sıra Rusya’nın bu ülkelere gönderdiği maske, koruyucu önlük, solunum cihazı ve tıbbi personel desteği AB’nin niteliğini bir kez daha tartışma konusu haline getirmiştir. Aynı zamanda halk ve hükümet nezdinde Rusya’nın imajı değişmeye başlamış, Moskova yönetimi ciddi takdir toplamıştır. Benzer durumların NATO ve üye ülkeler için de geçerli olduğu söylenebilir. Görülen o ki Rusya söz konusu kurumların düşen etkilerini fırsata çevirerek nüfuzunu artırmayı hedeflemektedir. Bu hedef yalnızca Avrupa ülkeleri ve Batı ile de sınırlı kalmamaktadır. Rusya toplamda on altıdan fazla ülkeye yardım götürmekte, başta eski Sovyet coğrafyasında sekiz farklı ülke olmak üzere İran, Çin ve Kuzey Kore gibi birçok ülkeye muhtelif veçhelerde destek sağlamaktadır. Yakın coğrafyasında artan Çin nüfuzunu ve ABD’nin çevreleme politikasını dengeleme hedefiyle izlenilen bu stratejiyi Rusya’nın küresel etki merkezi pozisyonunu muhafaza politikalarına ilişkin attığı adımlar olarak da okuyabiliriz.
Mevcut düzenin karşılıklı bağımlılığın çok kuvvetli olması sebebiyle devam edeceği, salgının küreselleşmenin önüne geçemeyeceği ve sonraki dönemde ülkelerin birbirleri üzerindeki nüfuzlarını sağlık sektörü, eğitim, biyogüvenlik, siber güvenlik ve gıda güvenliği aracılığıyla arttırma yarışına girecekleri durumda da Rusya bittabi küresel etki merkezi konumunu muhafaza etme amacını bırakmayacaktır. Yardım götürme ve salgınla mücadelede yetkinlik bağlamında buna benzer bir yarışa girdiği zaten söylenebilir. Bu durum koronavirüs sonrası dönemde de artarak devam edecektir.
Özetle merkez-federal yapı arasında baş gösteren anlaşmazlıklar ilerleyen süreçte vaka ve ölüm sayıları arttıkça eşit sağlık imkanlarına sahip olmayan federal bölgeler arasında domino etkisi yaratabilir. Dahası salgın sonrası dönemde önem kazanması beklenilen ulus devlet kavramı söz konusu merkez-federal yapı uyuşmazlığını körükleyebilir, Rus etnik kökenli olmayan halk arasında infial uyandırabilir. En nihayetinde başta petrol fiyatları olmak üzere ekonominin gittikçe kötüleşmesi, halk nezdinde Putin ve yönetimine güvenin düşmesi ise 2024 seçimlerinde beklenmedik sonuçları da beraberinde getirebilir. Gerek yeni çağ yaklaşımı gerekse mevcut düzenin korunarak küreselleşmenin körüklenmesi noktasında Rusya tabiatıyla pastadan maksimum pay almak isteyecektir. Bu çerçevede Rusya mevcut dış politikasının da gereği olarak etkisi zayıflayacak Batılı kurumlarını dengeleyerek Avrupa ve ötesinde nüfuzunu derinleştirmeyi ayrıca girilecek küreselleşme yarışında da ön safhada yer almayı planlamaktadır. Kısacası salgın sonrası şekillenecek dünya düzeninde Rusya sahip olduğu büyük güç statüsünü korumak için daha proaktif politikalar izleyecektir fakat iç politikada oluşabilecek zorluklar ise manevra kabiliyetlerini kısıtlayabilecektir.