150 yıla dayanan geçmişleri ile kredi derecelendirme notlarının küresel finans mimarisi içinde oynadıkları rol bugün yalnızca gelişmekte olan ülkelerde değil gelişmiş ülkelerde de sorgulanmaya başladı. Bu sorgulamanın gerek ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyi açısından gerekse de ülke içi ekonomik refah dağılımı açısından anlamlı sonuçları vardır. Ülkeler arası düzlemde gelişmişlik düzeyleri arasındaki farkların iktisadi yakınsama ya da ıraksama denen büyüme farklılıklarını ve ülkelerin birbirine olan bu iktisadi mesafeyi belirlediği düşünüldüğünde, kredi derecelendirmenin araçsallığı daha da tartışmalı bir hale gelmektedir. Zira ülkelere yönelik finansal akış ve yatırımların karar alıcı organları üzerinde belirgin bir etkiye sahip derecelendirme kuruluşlarının varlıklarını borçlu oldukları bu “sermayedar” sınıf üzerinde gün geçtikçe daha etkin oldukları bir vakıadır.
Yatırımcılar ile yatırımlar arasında bir aracı kuruluş vazifesi görmesi beklenen bu kuruluşlar 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel ekonomik yapıda IMF ve Dünya Bankası’nın oynadığı rolden pay çalmaktadır. Küresel yönetişimin giderek önem kazandığı bir dönemde bu kuruluşlar ülkelerin makro görünümleri, sektörlerin güçlü ve zayıf yanları, bölgesel veya küresel politik riskleri, ülke grupları ve ülkeler için sınıflandırmakta; sonrasında ise belirli bir metodoloji ile notlar tayin etmektedir. Bu kuruluşların başlangıçta gördükleri işlev açısından Post-Washington Mutabakatı’nda önemli yer işgal etmeleri de kaçınılmaz olmuştur. Uluslararası ticari ve finansal akışların ülkelerin münferit ekonomi politikalarını köklü biçimde etkiledikleri, adına “küreselleşme” denilen yeni bir düzenin kurulduğu 90’lı yıllarda ise ekonomide finansallaşma giderek artmış ve küresel ticaretin dahi önüne geçmiştir. Bugün nominal değeri trilyonlarca doları bulan uluslararası finansal hareketlerin belirleyiciliği ve etkileri açısından kredi derecelendirme kuruluşları üzerinde tartışmayı fazlaca hak etmektedir. 90’lı yıllarda –özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki politikaları ile– IMF ve Dünya Bankası sıklıkla eleştirilere hedef olurken, 2000’li yıllarda Standard&Poor’s (S&P), Fitch ve Moody’s gibi kredi derecelendirme kuruluşları yanında, bireysel ve ekonomik özgürlüğe dair derecelendirmeleri ile Freedom House, Transparency International gibi düşünce kuruluşları da hedef tahtasının yeni sakinleri olmuşlardır. Bu kuruluşların bir tür “erken uyarı” unsuru vazifelerinde aksamaları ve yanıltıcı olmaları eleştirilerin odak noktası olmuştur.