İlk defa bu darbe girişiminde doğrudan sivil halkı ve TBMM’yi hedef alan saldırılar yaşandı. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) hiyerarşisi dışında olması sebebiyle 12 Eylül’den çok 27 Mayıs darbesine benzemekle birlikte bu girişim sadece TSK’nın içerisinde değil tüm devlet kurumlarında örgütlenmiş din kamuflajlı bir örgüt tarafından yapılmış olması sebebiyle kendine özgü bir kalkışmaydı. TSK içerisindeki Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensuplarının başlattığı darbe girişimi öncelikle milletin kararlı tutumu ve cesareti sayesinde bastırıldı. Milletin bu tutumunun yanında Cumhurbaşkanı, hükümet ve siyasi partilerin kararlı tavırları, TSK’nın önemli bir kısmının bu hareketi desteklememesi ve harekete karşı çıkması, polisin ağır kayıplara rağmen meşru hükümetin yanında durması ve medyanın demokrasiden yana tavır alması gibi birçok sebep bu girişimi başarısızlığa mahkum etti.
Bu girişimin niteliği, neden başarısız olduğu ya da sonuçları ayrıntılı bir şekilde tartışılıyor ve uzun bir süre daha tartışılacaktır. Ama şimdiden şunu söyleyebiliriz ki artık bu yapının silahlı bir terör örgütü olduğu, sivil halka ve Meclise uçaklar ve tanklar ile saldırmaktan kaçınmayacak kadar pervasızlaşabildiği, komutanları, emir subayları ve özel kalem müdürleri ile esir edecek kadar sinsi ve tehlikeli yöntemlerle çalıştıkları inkar edilemez bir gerçektir. Bu sebeple yargısal süreçlerin bu gerçekler doğrultusunda işlemesi gerektiğini ve bu yapının mensupları ya da destekçilerinin devletin tüm katmanlarından temizlenmesinin zorunluluğunu herkes anlamıştır..