Avrupa Birliği 7 Şubat 1992 yılında Hollanda’nın Maastricht kentinde imzalanan anlaşmayla kurulmuştu;11 Mart 2017’de yine Hollanda’nın Rotterdam şehrinde dağıldı. AB’nin kuruluş idealleri, demokratik tepkilerini ortaya koymak için Rotterdam’da toplanan Türklerin üstüne köpek ve atlarla saldıran hayvanlar sebebiyle hoş bir seda olarak tarih kitaplarına geçti. Maskeler düştü; Avrupa’nın janjanlı demokrasi ambalajıyla satmaya çalıştığı ırkçı, Türk-Müslüman düşmanı ve faşizan ruh hali etrafa saçıldı. Hitler’in hayaletinin Avrupa başkentlerinde kol gezdiği, Hollanda’nın Srebrenitsa katliamındaki suç ortaklığının bir tesadüf olmadığı ve son yıllarda ağzından salyalar akarak Türkiye’ye yaptıkları saldırıların ve teröre verdikleri desteğin bir strateji olduğu ayan beyan ortaya çıktı.
Artık mızrak çuvala sığmıyor. Kaldı ki artık Avrupa Türkiye düşmanlığını saklama ihtiyacı bile hissetmiyor. Rotterdam’da Türkiye Cumhuriyeti’nin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, T.C. Konsolosluğu’na 30 metre mesafede alıkonuluyor, tehdit ediliyor, derdest edilmeye çalışılıyor. Konsolosluk önünde toplanan Türklerin üstüne köpekler salınıyor, Türkler atlarla taciz ediliyor. İçleri “15 Temmuz gecesi keşke Türkiye’de olsaydım” hayıflanmasıyla yanan Türkleri dağıtmayı beceremeyince “olağanüstü hal” ilanına girişiyorlar. Diplomatlarımızı, korumalarımızı gözaltına alıyorlar. Ve en sonunda Bakan Hanım’ı “persona non grata” ilan edip Almanya’ya sınır dışı ediyorlar.
Bu siyasi intiharın ve hukuk katliamının bir iyi bir de kötü tarafı var. Doğu ve güneydoğu komşularımızda devam eden istikrarsızlığın ve çatışmaların devam ettiği bir dönemde batı komşumuz olan AB içerisinde artan ırkçı ve faşizan trend büyük bir tehdit haline geldi. Bu tehdit sadece Türkiye veya İslam dünyası için değil; ırkçı olmayan Avrupalılar için de büyük bir tehdittir. Avrupa ülkelerindeki yaygın ırkçılık ve İslam düşmanlığı tüm kıta ve çevresi için bir istikrarsızlık kaynağıdır. Avrupa’nın ırkçılık bataklığı sebebiyle, ırkçılık mağduru Avrupalılar yakında sığınacak güvenli liman arayışına girebilirler. Irkçı partiler bir taraftan güçlenirlerken, diğer partileri de içinde bulunduğu bataklığa çekiyorlar. Ve bu bataklık sadece yaklaşan seçimle de açıklanamaz. Daha büyük, daha tehlikeli ırkçı bir trend var; seçimler bu trendin sadece bir yansıması.
Bu durumun iyi yanı ise artık kavganın açıkça yapılması. Yani taşeron kullanma ihtiyacı hissetmeden, Türkiye’nin üzerine FETÖ’cü, PKK’lı, DHKPC’li maşalarını salmadan doğrudan kendi polislerinin elindeki köpekleri salmalarıdır. Bu Türkiye’de bir uyanış sebebi, bir idrak açılması vesilesi olmalıdır. İçinden geçtiğimiz dönemecin bir beka sorunu olduğu söylendiğinde alaycı ve üst perdeden bir tavır takınanlardan iyi niyetli olanlar, karşılaştığımız meydan okumanın ciddiyetini anlamalılar.
Türkiye’de bir referandum yapılacak ve Almanya, Hollanda, Avusturya gibi ülkeler sadece pozisyon almıyor; aynı zamanda ateşli ve hukuku ayaklar altına alır bir şekilde “hayır” kampanyasına çalışıyor. PKK’lılar konforlu bir şekilde Avrupa’da kampanyalarına devam ederken; bakanlarımızın seyahat ve konuşma özgürlüğü kısıtlanıyor. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu dönüşümü ve bunu engellemek için son senelerde maruz bırakıldığı saldırıları Hollanda’nın yaptığı hukuk katliamı örneğiyle okumak lazım.
Bu arada dik duruşu sebebiyle Bakan Hanım’ı ve onu yalnız bırakmayan vatandaşlarımızı tebrik ediyorum. Bilkent’ten dönem arkadaşım olan Bakan Hanım’ın bu duruşu, 28 Şubat’taki duruşuna benziyordu.
[Akşam 13 Mart 2017].