Konvansiyonel güvenlik algılamalarında farklılaşma yaratan dijital teknolojiler sadece bilişim sektöründe değil ulusal güvenlik alanında da ağırlık merkezinin değişmesine neden olmuştur. Klasik dünyada güvenlik algısını toprağa bağlı olarak inşa eden ulus-devletler küreselleşme ile bu sınırları sorgulamışlardır. Özellikle internet teknolojileri ve dijital alan üzerinden ortaya çıkan bağlam, klasik paradigmanın değişimi olarak yorumlanmıştır. Twitter'ın son dönemde bazı devlet başkanları ve siyasilerin hesaplarını askıya alması, Apple'ın Parler uygulamasını kongre baskınının organize edildiği mecra olduğu gerekçesiyle diyet ödemeye mecbur etmesi ve Whatsapp'ın menşei olmayan bir coğrafyada dayattığı sözleşme ile verileri paylaşma isteği, sınırların ortadan kalktığı bir dünyayı işaret eden göstergelerdir. Bu anlamda ilk evrede yapılacak tespit, ulus-aşırı dijital platformların ulus-devletler için birer güvenlik sorunu haline geldiği gerçeğidir.
Dijital alan üzerinden hayatımıza temas eden yeni mecraların pozitif anlatılar (demokrasiyi ve özgürlükleri geliştirecek olması) üzerinden ele alınışını yoğun biçimde eleştiren Evgeny Morozov, The Net Delusion adlı kitabında, sosyal medya platformları ve internet ile ilişkilendirilen özgürlük söylemine mesafeli yaklaşılması gerektiğini ifade etmiştir. Morozov, söz konusu platformlar üzerinden hayatımızın kontrol edildiği, mahremiyet kavramının dönüştüğü ve zaman zaman devletlerin bu mecralar aracılığıyla güç kullandığını açık örnekler üzerinden ortaya koymuş ve bu mecralara yönelik pozitif anlatıların naifliğini "siber ütopyanizm" kavramı üzerinden eleştirmiştir.
Whatsapp dayatması
Son günlerde Whatsapp adlı uygulamanın Türkiye'deki kullanıcılarına dayattığı sözleşme, hem bireysel hakların ihlali hem de ulusal güvenlik sorunu olarak tartışılmaktadır. Konuya teknik açıdan bakan yaklaşımlar uçtan uca şifreleme, kimlik ve rehber bilgilerini içeren bazı değişkenler üzerinden haberleşme platformlarının güvenliğine ilişkin tartışmalar yapmaktadırlar. Fakat hangi uygulamanın daha güvenli olduğu konusuna bu perspektiften yaklaşanlar ilgili platformların vaatleri ve pratikleri arasındaki uyuşmazlığı gözden kaçırmaktadırlar. Nitekim Whatsapp'ın da paydaşı olduğu Facebook'un 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde kişisel bilgileri Cambridge Analytica adlı şirket ile paylaşması tartışmalar açısından bir milat niteliğindedir. Öyle ki Facebook bu evrede, sayısız veriyi izinsiz biçimde üçüncü kişilere vermiş ve bu bilgiler üzerinden oluşturulan profillemeler marifetiyle seçimlere müdahale tartışmaları söz konusu olmuştur. Bu olayın sadece ABD ile sınırlı kalmadığı Brexit, Fransa ve İngiltere'deki seçimlerde de sosyal medya platformları üzerinden benzer biçimde müdahaleler olduğu ortaya koyulmuştur. Zuckerberk'in 2018 yılında kullanıcı bilgilerinin izinsiz paylaşılmasıyla ilgili ABD Kongresi'nde verdiği ifadeye, senatörlerden özür dileyerek başlaması ve seçimlere dış müdahale, nefret söylemi ve program geliştiricileri ile veri gizliliği gibi konulara yeterince özen göstermediklerini kabul etmesi, üzerinde durulması gereken bir husustur.
Dolayısıyla Whatsapp'ın bugüne kadar böyle bir sözleşme ile kullanıcılarının karşısına çıkmamasını, günümüze kadar üçüncü kişilerle yapılmamış bir bilgi paylaşımı olarak yorumlamak oldukça iyimser bir tutum olacaktır. Doğrudan Zuckerberk tarafından teyit edilen bu karmaşık durum, sosyal medya mecralarının günümüzde demokrasi ve devletler açısından nasıl bir tehdit olduğunun da açık beyanıdır. Farklı bir bağlamda da olsa Kasım 2020 seçimleri öncesinde ABD Başkanı Trump'ın seçimlere yönelik attığı bazı tweetlerin teyide muhtaç olduğu gerekçesiyle uyarı alması, benzer biçimde son günlerde Trump ve Ayetullah Hamaney'in yaptığı açıklamalar nedeniyle hesaplarının askıya alınması, bu platformların siyasete doğrudan etki eden aktörler olduğu gerçeğini de kamuoyuna göstermiştir.
Alternatif platformların güvenliği
Bu konuda yapılan tartışmalarda dikkat çeken bir husus da Çin ve Rusya gibi devletlerin teknolojideki öncü pozisyonları nedeniyle ürettikleri muadil platformlarla ön plana çıkmasıdır. Fakat buradaki esas sorun, alternatif olarak takdim edilen bazı uygulamaların yaratacağı güvenlik sorununun hesaba katılmamasıdır. Özellikle Ronald Deibert ve Rebecce MacKinnon tarafından derinlemesine ele alınan bu otoriter devletler, ürettikleri teknolojiler ile hem içerideki muhalefeti gözetlemekte (surveilence) hem de dışarıda rakip gördüğü devletlere bu platformlar üzerinden müdahale etmektedirler. Rus General Gerasimov doktrininde de açık biçimde görüldüğü üzere siber alan, devletlerin mücadele sahasında yeni bir bileşen olarak yerini almakta ve hibrit savaşın en önemli unsurlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu konuda dikkat edilecek en önemli husus, tercih noktasında tereddüt içerisinde olan bireylerin nasıl bir platform kullanacağı konusunun bütün boyutları ile ortaya koyulmasıdır. Hiç kuşkusuz bu evrede yerli platformların sorumluluğu daha fazla önem kazanmaktadır. Yerli programların teknik donanımlarının kamuoyuna doğru biçimde aktarılmasının yanı sıra bu platformlardan doğabilecek sorun alanlarının yine ülke içerisindeki kurumlar aracılığıyla hızlı biçimde sonuçlandırılacak olması bir avantaj olarak ön plana çıkartılmalıdır. Benzer biçimde yerli uygulamaların yaygınlaşması, hem kişilik hakları ve özel hayatı ihlal eden durumlarda hızlı sonuç alınmasını sağlayacak hem de ulusal güvenliğin tehdit edildiği olaylarda daha hızlı reaksiyon gösterilmesini kolaylaştıracaktır. Bu anlamda İletişim Başkanlığı'nın Türkiye'nin ilgili alanlardaki kapasitesini yükseltme noktasındaki öncü rolü diğer kurumlar tarafından da paylaşılmalı ve topyekün bir strateji yürütülmelidir. Alternatifler noktasında yaşanacak bu zenginleşme, farklı tercihleri gündeme getireceği gibi pazar rekabetini de belirli bir dengede tutarak dijital alanda oluşacak tekelciliği devre dışı bırakacaktır.
[Sabah, 16 Ocak 2021].