ABD’nin yeni başkanı Barack Hüseyin Obama Kahire’de Kahire Üniversitesi ve El-Ezher ortak programı ile ABD’nin İslam dünyası ve Müslümanlarla ilişkilerinin kurulacağı zemini anlatan 55 dakikalık tarihi bir konuşma yaptı.
Konuşma bir yandan ABD’nin yeni stratejik yöneliminin Müslümanları kazanmak olduğunu gösterirken, ABD’nin yeni ideolojik yöneliminin de realizm ile idealizm arasında bir yerlerde kurulacağını gösteriyor. Obama konuşmasıyla George W. Bush’un ‘Özgürlük Gündemi’ söylemini farklı araçlarla ve yönelimle sürdüreceğini de ilan etmiş oldu. Türkiye’de yaptığı konuşmasıyla herkesi memnun etmeyi başaran Obama, Kahire’deki konuşması ile tam tersi bir etki yaratarak kimseyi memnun etmeyi başaramadı. Bu da Obama’nın sorunların çözümü için önce karşılıklı güven ilişkisinin kurulması ilkesini ciddiye aldığını, bunu sağlamak için başkanlığının erken dönemlerinde önemli sorunların üzerine giderek risk almaktan çekinmeyeceğinin işareti. Türkiye’de çok bilinmese de George W. Bush yönetiminin tüm dünyaya gerekirse güç kullanarak demokrasi ihracı projesinin adı ‘özgürlük gündemi’ idi. neoconları realistlerden ayıran en önemli özellik, neoconların alameti farikası olan bu ifade ‘özgürlüğü’ her türlü riski alarak tüm dünyaya yayma idealini ifade ediyordu. Obama iktidarı konusundaki en büyük tedirginlik de realizm adına diktatör rejimlerle işbirliği yapma ihtimali, Bush’un özgürlük söylemine son verme riskiydi. Obama’nın Kahire konuşması tam da bu riskin artık sona erdiğini göstererek neoconlara rahat bir nefes aldırdı. Konuşmasında zaman zaman neoconlar için kabul edilemez ifadeleri de kullansa, önüne asıl yönelim olarak ‘dünyaya demokrasinin yayılması’ misyonunu koyan Obama, konjonktürel değil ideolojik neocon olanları rahatlattı. Ancak elbette Obama’nın ‘özgürlük gündemi,’ Bush’unkisi gibi vurdulu kırdılı değil, teknolojinin, ekonominin, diplomasinin, siyasetin tüm imkanlarının seferber edilerek ulaşılacağı yumuşak bir tarza sahip olacak. Afganistan örneğinde gerekirse savaşın sertlik dozunu artırabileceğini ispatlayan Obama, realizmle idealizmi harmanladığı bu yöneliminde askeri müdahaleyi en son çıkış olarak masada tutmaya kararlı, ancak kamu diplomasini öncelemek konusunda da tereddütsüz olduğunu gösterdi. Özgürlük gündemi: 2-0 Irak ve Afganistan işgalleriyle hem askeri yetenekleri sınırlanan hem de imajı son derece yıpranan ABD, mali krizle birlikte ekonomik olarak da tek taraflı bir dünya egemenliğinin sürdürülebilir olmadığını kabul etmek zorunda kaldı. Dünyaya ‘ayar veren’ kasabanın tek kovboyu olma özelliğini istemeyerek de olsa kaybeden ABD, şimdi sürdürülebilir bir egemenlik yapısını oluşturmaya çalışıyor. Bu çerçevede her ne kadar ABD’nin tek şeriflik imtiyazını kaybettiğini kabul etmeyenler olsa da Obama ve önde gelen devlet elitleri gerçek durumun son derece farkında. Bu nedenle de egemenliği paylaşmaya, ABD’nin maliyetleri düşürerek yönetmesi için gereken değişiklikleri yapmaya kararlı görünüyor. Obama ‘baş şerif’ olma karşılığında şerif yardımcılıklarını dağıtma konusunda oldukça cömert davranacağa benziyor. Uluslararası ilişkiler diliyle ‘çok taraflılık’ şeklinde ifade edilebilecek bu yönelim, ekonomik yansımasını G20’de bulurken, siyasi yüzünü de Obama’nın İslam dünyasını muhatap alan seri konuşmalarda buluyor. Gerek göreve başlama konuşmasında, gerek Türkiye’deki konuşmasında, gerekse de Guantanamo Kampı’nın kapatılması tartışmalarındaki tavrında bu çizgiyi devam ettiren Obama, Kahire konuşmasıyla da Müslümanlarla ilişkiler konusundaki tavrını taçlandırmış oldu. Bu çerçevede ABD’nin yaptığı en büyük kozu bizzat Obama’nın kendisi. Seçim kampanyası boyunda ‘Hüseyin’ ismini kullanmaktan imtina eden Obama’nın, Müslümanlara hitap ederken Hüseyin ismine özel bir özen göstermesi de bu farkındalığın işareti. Yine Obama’nın kendi başkanlığını ‘ABD’nin ırk sorununu aşması’, ‘ABD’nin evrensel demokrasisinin zaferi’ olarak sunması ciddi bir reklam kampanyası ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Ancak elbette yapılanın reklam olması içeriğinin yanlış olduğunun değil, belli bir bakış açısından görülüp sunulduğunun delili olabilir. Obama’nın bu atağının bir başka yanı da konuşmasının dağıtılma stratejileri: Facebook, Myspace gibi ağların Obama’nın mesajının yaygınlaştırılması için kullanılması sadece bir başlangıç. Obama’nın konuşmaları artık metin olarak yenilenen Beyaz Saray sayfasında, notlar şeklinde Twitter’da, video olarak Youtube’da. Bu da Beyaz Saray’ın iletişim stratejisini ve yeniliğini gösteriyor. Bu tekniklerle yaygınlaştırılan Obama’nın yeni özgürlük ve demokrasi söylemi hem Bush’un ‘özgürlük gündeminin’ devamı olduğundan, hem de her türlü internet imkanını kullandığından ‘2.0’ tabirini hakediyor. 18 ay önce Obama ile ilgili yine burada yayımlanan bir yazıda Obama’nın Fanon’un devamcısı değil, naif olmayan bir ABD Restorasyonu’nun öncüsü olacağını yazmıştık. Fanon’un Fransız işgali altındaki Cezayir’de psikiyatrik vakıaların düzelmesi için toplumsal anomalinin ortadan kalkması gerektiği tespitiyle başlayan direniş macerası, Cezayir’in kurtuluş savaşına katılması ile sonuçlanmıştı. Oysa Obama’nın konuşması bu anlamda statükonun devamının sürdürülmesine karşın, sözlü terapi ile hastalıkların ortadan kaldırılabileceği tespitine dayanıyor. Fanon’dan Obama’ya... Yani Obama, hastalığı ortaya çıkaran sebepleri bir yana bırakarak, Fanon’un tersine hastalığı sözle iyileştirmeye çalışıyor. Elbette Obama’yı tam anlamıyla değerlendirmek için henüz erken. Ancak görülen o ki Obama somut adımlara henüz başlamadan jestler ve iyi niyet mesajları ile mesafe almaya çalışıyor. Bush ile karşılaştırıldığında Obama’nın bu iyi niyet tavrının bile bir iyimserlik rüzgarı estireceğine şüphe yok. Ancak tüm bunlara rağmen Obama’nın bir takım jestler konusunda olumlu davranmasına rağmen, Afganistan’da işgalinin dozunu arttırması, Filistin’de hala halkın temsilcileri arasında ayrım yapması, Pakistan’da istikrarsızlığı davet eden siyasetler izlemesi bu sözlerin etkisinin kısa vadede faydalı olamayacağını gösteriyor. Kahire konuşmasının muhatabı olan Müslüman dünya da aslında Obama’ya ‘önce icraatı görelim’ mesajını verdi. En büyük mağdurunun Müslümanlar olduğu bu sürecin somut bir gelişme olmadan ABD lehine işlemeyeceğini söylemek için kahin olmaya gerek yok. Obama’nın çabaları birçok açıdan takdire şayan. Hatta Amerikan deyimiyle ‘Good Try.’ Ancak bu ‘ifadelerin fiiliyata geçmesi ancak Obama’ya yardımcı olabilir. Özellikle ABD solunun Bush’un şeytanlaştırılmasına dayanan ABD egemenliği yorumları 2000 seçimlerinde ABD Müslümanlarının nasıl da Bush’u desteklediğini, 11 Eylül saldırılarının ardından Bush’un İslam dünyasına nasıl bir mesaj verdiğini unutturmaya yarıyor. Oysa Bush da benzer mesajlar vermiş, Müslümanların hedef alınmamasını istemiş, şiddet yanlısı aşırılardan bahsetmiş, İslam dünyası ile ilişkilerin iyileştirilmesinden bahsetmişti. ABD güven tazeliyor Elbette Obama’nın tonu da, çizgisi de, iş görme becerisi de çok farklı. Ancak Bush’dan ağzı yanan Obama’yı da üfleyerek seyretmeyi tercih edecektir. Zira aşırıların yol açtığı şiddetten bahsederken, ABD egemenliğinin öncesinden bahsetmeyen, bu tür saldırıların birdenbire ve sadece kötü insanlardan kaynaklandığını iddia eden yaklaşım çok da yardımcı olamayacaktır Obama’ya. Yine Batı’yı ve Batılı ülkeleri bir siyaset ve medeniyet kategorisi olarak ele alan Obama’nın, aynı imtiyazı ‘Müslüman dünya’ dan esirgemesi, ‘İslam dünyası’ ifadesi yerine Müslümanlar ya da çoğunluğu Müslüman olan ülkeler gibi ifadeler kullanması, elbette siyaseti geri planda tutan ve entegre olmaya razı Müslümanlar üzerinde etkili olacak, ancak asıl siyasi sorunları ne ortadan kaldıracak ne de çözecektir. Zira Obama, Bush ya da ABD için zaten asıl sorun, işinde gücünde, müstakil evinde yaşayan orta sınıf Müslümanlar değil, bu hayat tarzına rağmen hala memnuiyetsiz olan ve kendi çıkarını ABD’de değil, İslam dünyasında gören kişilerdi. Bir başka deyişle asıl sorun Müslüman bir öznellik iddiasında bulunan, bunun gereği olarak da İslam dünyası düşüncesine inanan kişilerdi. Bir yön ifadesini medeniye karşılığı olarak kullanmakta beis görmeyen anca bir dine mensubiyetin kategori olamayacağını iddia eden yaklaşımın nihai takdirde işi biraz zor olacaktır. Obama’nın bu anlamda Müslümanların kültürel talepleri konusunda açık ancak siyasi taleplerini ise görmezden gelen tavrı bu nedenle uzun vadede sorun çıkaracaktır. Aynı şekilde bu yaklaşım Obama ile Bush arasındaki strateji farkını da göstermeye yetiyor. Sonuç olarak Obama’nın Kahire konuşması doğrudan Müslümanları hedef alan ancak Müslümanların siyasi duruşunu ifade eden ‘İslam dünyası’ kategorisini de reddeden çifte bir stratejiye işaret ediyor. Bunun ABD politikasında bir değişime işaret ettiği açık. Ancak bir yanıyla da Bush’un gündeminin farklı bir tarzda devamı. Daha önceki konuşmalarıyla geniş kesimlerin takdirini kazanan Obama, bu konuşmasıyla ile hem Filistinlilerin hem İsraillilerin, hem realistlerin hem neoconların eleştirisini kazanacak. Şu haliyle İslam dünyası ile konuşmaya başlangıç yapan Obama’nın bu politikasının devamı ABD başkanının bu sözlerini sahada nasıl uygulayacağına dayanıyor.