Başbakan Davutoğlu'nun AK Parti grup toplantısında çerçevesini açıkladığı "İç Güvenlik Paketi"nde önemli değişiklikler bulunuyor. Bu değişikliklerin içinde, gösterilere silahla ya da molotof kokteyliyle katılanlara yönelik yeni yaptırımlar, gözaltı sürelerinin yeniden düzenlenmesi ve Jandarma ve Sahil Güvenlik komutanlıklarının atama ve sicil yetkilerinin doğrudan İçişleri Bakanlığı'na bağlanması konuları tartışmaları da beraberinde getirdi.
Bu tartışmaların içeriği, daha çok güvenlik sektörünün geçmiş dönemlerde sivil siyasal aktörlerinin denetimine tabi olmadığı dönemler hatırlatılarak oluşturulmakta.
Türkiye'nin siyasal kültüründe, iç tehdit üzerinden birçok konunun güvenlikleştirildiği ve güvenlik politikalarının oluşturulmasında sivil unsurların süreçlere dahil edilmediği bir anlayış bulunmaktaydı.
Bu anlamda özgürlük- güvenlik dengesinde, özgürlükler kolayca güvenlikçi bakış açısına feda edilebilmekteydi. Yine eski güvenlik kültüründe, güvenlik salt teknik bir uzmanlık alanı olarak görüldüğü için bu alanının bilgisini ve denetimini sivil demokratik aktörlerin gözetiminden uzak tutmaktaydılar.
Ancak özellikle son on yıllık süreçte Türkiye'nin güvenlik kültüründe önemli değişiklikler yaşandı. Güvenlik sektörünün demokratik gözetime tabi tutulmasına yönelik önemli adımlar atıldı. Özgürlük- güvenlik dengesi iktidarın öncelikli gündemini oluşturdu ve Türkiye'nin AB üyelik sürecinin de bir yansıması olarak, güvenlik sektörü restorasyona tabi tutularak güvenlik anlayışının demokratikleştirilmesi yönünde ilerlemeler sağlandı.
Diğer taraftan, güvenlik sektörü ile ilgili iki önemli problem ortaya çıktı.
Bunlardan ilki, güvenlik kurumlarının demokratikleşmesine yönelik çabaların yoğunlaştığı bir dönemde, burada yaşanan dönüşümü farklı alanlara kanalize eden güvenlik teşkilatı içindeki yeni otonom yapılanmaların güçlenmesiydi.
Siyaset kurumu, eski vesayet düzeni ile mücadele ederken bürokratik mekanizmalar içinde kendisine karşı yeni bir güvenlik ve hukuk mekanizması oluşturan bu bürokratik otonom vesayet yapılarını geç fark etti. Bunun en önemli nedeni, bu otonom yapılanmaların eski düzenle mücadele görüntüsü altında yeni bir güvenlik anlayışı inşa ederek siyaset kurumunu pasifleştirmeye ve etkisizleştirmeye yönelik organize çabalarıydı.
İkinci önemli problem, güvenlik teşkilatının içinde kendi çıkar alanlarını korumaya odaklanan yapıların, bireylerin güvenliğini hiçe sayan uygulamalarıdır.
Bunların en başında hukuk dışı dinlemelerle insanların özgürlüklerinin ihlal edilmesi geliyor. Diğer taraftan, özellikle şiddeti bir hak arama biçimi olarak gören ve kendi hak arama mücadelesinde ötekinin yaşam hakkını gasp etmeye varan, şiddet olaylarının önlenmesinde birey özgürlüğü ile kamu düzeninin senkronizasyonun sağlanmasında yaşanan güçlüktür. "6-7 Ekim Olayları"nda 40'ın üzerinde insanın hayatını kaybetmesi bu durumun en bariz göstergesidir.
Bu açılardan bakıldığında, özgürlük- güvenlik uyumunun sağlanmasına dönük yeni düzenlemelerin yapılmasının zorunluluğu ortadadır. Ancak güvenlik uygulayıcılarına yönelik düzenlemelerin yapılmasında dikkate alınması gereken en önemli unsur, etkin bir sivil, demokratik denetim mek